EdebiyatKitap Tanıtımı

Yazar Şakir Bilgin ile “Eylül Üçlemesi” hakkında söyleşi- Kemal Yalçın

 

Yazar Şakir Bilgin’i daha yakından tanıyabilmek için, 5 Ocak 2021 günü kendisiyle yaptığım söyleşiyi aynen yayınlıyorum:

Kemal Yalçın

  1. Yazarlık serüveni nasıl başladı? Neden ve ne zaman yazmaya başladın?

Benim için yazmak, kendimi ve siyasi düşüncelerimi ifade edebilmek anlamında  bir eylemlilikti; bu bakışla yazmaya başladım önce. Bu yazıların çoğu da kendi adımla yazılmayan makalelerden, siyasi yazılardan oluşuyordu. Kitap yazmak düşüncesi sonraki yıllarda oluştu. Bu da, yine, siyasi bir dışavurum gereksinimiyle gündeme geldi.  İlk kitabım, “Güneş Her Gün Doğar”dan bahsediyorum.

1987 yılında üç yılı aşkın cezaevi yaşamımın ardından yeniden Almanya’ya dönmüştüm. Benimle ilgili yürütülen ve dört yıl süren bir Özgürlük ve Dayanışma Kampanyasının sonucu serbest bırakılmıştım. Gözler üzerimdeydi ve benimle ilgili dayanışma yürütün çevreler, başta GEW (Almanya- Eğitim ve Bilim Sendikası) olmak üzere, yaşadıklarımı anlatmamı bekliyorlardı. Buradan hareketle, yani Almanya kamuoyunun beklentilerine yanıt vermek amacıyla ilk kitabımı yazmaya karar verdim.

Şakir Bilgin, Köln, 30 Ocak 2021

Kitabı yazmıştım ama içimde bir tereddüt vardı; acaba ortaya bir kitap çıkmış mıydı? Kendi gözlemlerim ve anılarım ekseninde oluşturduğum “cezaevleri gerçeği kitabı”ndan hocamız Server Tanilli’nin de haberi vardı. Kitabın taslağını ilk okuyan kişi o oldu. Kitaptan çok etkilenmişti ve hemen yayımlanması önerisinde bulundu. Ayrıca, kitaba önsöz de yazmak istiyordu. Kısacası, yazarlık serüvenim böyle başlamış oldu.

  1. Özelikle yeni baskısı çıkan üçlemeyi yazma düşüncesi nereden geldi? Nasıl oluştu?

İlk kitabım yankılar yarattı, olumlu eleştiriler aldı. Zamanın tanınmış dergileri, “2000’e Doğru” ve “Nokta”da kitapla ilgili önemli yazılar yayımlandı. Cumhuriyet Gazetesi de yer verdi kitaba. Bunun üzerine bu kitabın devamı niteliğinde ama roman türünde bir kitap yazma düşüncesi oluştu. Anı-günce tarzında bazı yönleriyle biyografik bir roman özelliği de taşıyan ilk kitabımla ele alamadığım konuları bir romanla ele alabilirdim. Kısacası, bir devrimcinin kendisi, yoldaşları ve ailesiyle olan ilişkileri ve hesaplaşmalarını konu alan “Devrimden Konuşuyorduk”  böyle bir süreçte oluştu.

Şakir Bilgin, Sağmalcılar 2 – Özel Tip Askeri Ceza ve Tutukevi 26.7.1985 – F 7 koğuşunda.

Devrimcilerin dünyasına sorgulayıcı bir bakışla içten bakan, “Biz ne yaptık? Suçlu kim?” sorularına cesaretle yanıtlar arayan bir roman çıktı ortaya. Kitap, nesnel bir yaklaşım ve cesaretle, alışılmış kalıp ve yargıların üzerine giden özelliğiyle dikkat çekti ve bu anlamda türünün ilk örneklerinden oldu.

Bu kitaplardan sonra devrimcilerin yurt dışındaki siyasi yaşamını ele alan bir kitap yazma düşüncesi oluştu bende. 12 Eylül yurt dışında da sürüyordu ve binlerce devrimci Avrupa’da yeni bir yaşam serüvenine girmek zorunda kalmıştı. Ancak, Avrupa’da sığınacak bir “liman” arayan siyasi sığınmacıların dünyası ve yaşamı edebiyatta yerini bulamamıştı. Sürgünde yaşayanlar özlemleri, düşleri ve Avrupa kapısındaki hayal kırıklıklarıyla edebiyat dünyasına girmeliydiler.

Sürgündeki Yabancı” ile, önceki kitaplarımda anlattığım devrimcilerin dünyasını bu kez sürgünde ele aldım. Kitap, sürgün ve göç romanları içinde bir yer edindi, eleştirmen ve sosyologlarca türünün başarılı örnekleri içinde gösterildi.

Üçü de 12 Eylül süreciyle ilgili olan kitaplarım Kibele Yayınları tarafından “Eylül Üçlemesi” olarak İstanbul’da bu ay yeniden yayımlandı.

  1. Kitapların hazırlık ve yazma süreci kaç yıl sürdü?

Birinci kitabım “Güneş Her Gün Doğar”ın ilk taslağı, belki inandırıcı gelmez ama üçüncü hafta içinde tamamlandı. İçimde yıllardır birikenler sanki bir an önce dışarı çıkmak istiyordu; bir an önce bir tanık olarak görevimi yerine getirmeli ve 12 Eylül askeri yönetiminin kirli yüzünü ve devrimcilerin cezaevlerinde acılar, baskılar ve yoksunluklar içinde geçen yaşamını Almanya kamuoyuna anlatmalıydım.

İkinci kitabım “Devrimden Konuşuyorduk”ta ele aldığım konular da tanığı olduğum ve öznesi olarak içerisinde bulunduğum devrimcilerin dünyasında geçiyordu. Yani iyi bildiğim ve tanığı olduğum bir yaşamdı anlatacağım ve kendime, arkadaşlarıma, devrimcilere söylemem gerekenler vardı. Benim konuşmam, yani vicdanımın ve değerler dünyamın dile gelmesi bir görevdi. Bu baskılanmayla oluştu kitap kafamda ve içimdekiler zaman geçmeden yazıya dökülmeliydi. 1989 yılı yaz tatilinde temmuz başında başladım kitabı yazmaya. Türkiye’ye gidemiyordum. Bunun burukluğu içinde oturdum masama. Elimde yalnızca konu başlıklarının ve ana karakterlerin yer aldığı bir sayfa vardı. Noel öncesi yani dört, dört buçuk ayda kitabımı bitirmiştim.

Şakir Bilgin, 1985- Şubat, Metris Özel Askeri Ceza ve Tutukevi

Sürgündeki Yabancı”yı yazma düşüncesi 1990’lı yılların başlarında oluştu. Türkiye-Almanya İnsan Hakları Derneği’ni (TÜDAY) kurmuştuk ve bunun başkanlığını yapıyordum. Birçok siyasi sığınmacı ile ilişkiler içindeydim, bu kişilerin sorunlarının da parçası olmuştum. Gözlemlerim ve tanığı olduklarım beni yeni bir kitap yazmaya doğru sürüklüyordu. Ancak harekete geçmem uzun zaman aldı. Kitabın çatısını bir kişinin öyküsü üzerine kurmalıydım. Sonunda tanıdığım bir devrimci arkadaşın dünyasına adım attım. Onun yaşadıklarını ne kadar yüzeysel bildiğim ortaya çıktı bu arada. Dünyasına girdikçe sarsıldım yaşadıklarından.  1995 yılı paskalya tatilinde kitabı yazmaya başladım. Masamda kısa bir söyleşi vardı. Bunun yanında kitapta yer alacak bölümlerin ve karakterlerin yer aldığı bir taslak hazırlamıştım.  Yani bu kez daha ciddi bir ön çalışma yapmıştım. Yıl sonunda, yani 8 ay içinde kitap bitti.

  1. Nasıl yazıyorsun? Evde mi, otelde mi, tek başına mı?

Yazdığım tüm kitaplar önce iç dünyamda ve kafamda oluşur. Bu anın gelmesi  bazen uzun sürer. Yani bu, “cemre düşmesi” gibidir bende. İçimde bir kor yanmalıdır kitabın başına oturduğumda. Yazmaya başladığımda içimdeki bu duyguyu hissetmeliyimdir.

Kitaplarımı, evimde ve çalışma odamda yazarım. Kendi kendimi daha iyi buluyorum bu şekilde. Tek başıma olmalıyım yazarken. Çocukluğumun ve gençliğimin dünyasının kapısı da hep açık olmalı… Burada “Sürgündeki Yabancı”yı yazarken bile bana çoğu kez yöresel Anadolu ezgileri ve Anadolu Rock müziği eşlik etmiştir.

Şakir Bilgin, öğrencileriyle, Bolu- Mengen, Kariishak Köyü, ilk öğretmenlik yılı, 1969
  1. Öğretmenlik yazar olmanı etkiledi mi? Yazar olarak mı, bir iş insanı olarak mı yazıyorsun?

Öğretmenliğim, yazar olmamı etkilemedi. Ancak yazarken öğretmenlik mesleğinin kazandırdıklarının büyük yararını gördüm. Burada Türkçe öğretmenliği yapmıştım ve böylece Türk dilini öğrenme olanağım olmuştu. Ayrıca “insan”a yakın olmuştum yıllarca; toplumsallığımı böyle yoğun bir alanda sürdürmüştüm. Bunun kazandırdıkları azımsanamayacak kadar çok oldu.

Son on beş yıl içinde öğretmenlik dışında iş insanı olarak yaşamımı sürdürsem bile bir iş insanı kişiliğiyle yazmıyorum. İçimde hiç böyle bir şekillenme ve duygu yok. Ben her ne kadar 70 yaşına gelen biri olsam da, daha çok genç bir devrimci öğretmen olarak yazın uğraşı içinde olduğum duygusuyla yazıyorum. Belki de bu, bir ön koşullanma…

Şakir Bilgin, Haziran 1983 – Metris D-5 Koğuşu
  1. 12 Eylül 1980 döneminin edebiyata yansıması nasıl oldu?

12 Eylül dönemi her alanda toplumsal baskıların artığı açık faşist bir dönem olarak tarihe geçmiştir. Sanat ve edebiyat alanı da toplumun bir parçası olarak bundan payını almıştır. Yazar örgütleri kapatılmış, kültür ve edebiyat dergileri yasaklanmıştır. Nazi dönemini anımsatan şekilde kitaplar yakılmıştır. Bizde edebiyat dünyası, daha çok sol, ilerici aydınların ve yazarların eserleri ve mücadeleleriyle öne çıktığı bir dünyadır. Bu anlamda yazarlar-çizerler baskıların doğrudan hedefi olmuşlardır.

12 Eylül döneminin edebiyatta yeterince yansımasını bulduğunu ve edebiyatın 12 Eylül ile yeterince yüzleştiğini söylemek zordur. Bunda “sol”un 12 Eylül ve geçmişi ile yeterince yüzleşmemesi de etkilidir kuşkusuz. Söylediğim gibi bizde yazar dünyası daha çok sol dünyanın bir parçası gibidir…  Biraz da bu nedenle olacak, 12 Eylül dönemi ile ilgili birçok kitap yayımlanmasına karşın bunlar içinde “içerden” yazılanlar azınlıktadır.

12 Eylül’ün edebiyata etkisinin en çok görüldüğü alan yurt dışıdır. Yurt dışına gelme durumunda olan birçok aydın, yazar ve sosyalist devrimci, buradaki yaşamı kültürel ve sanatsal yönden zenginleştirmişler, göç edebiyatının ivme kazanmasında etkili olmuşlardır.  Öte yandan Türkiyeli göçmen topluma artı değer katmışlardır. Bugün yurt dışında Türk edebiyatı alanında ürün veren yazarların çoğu 12 Eylül sürgünleridir.

  1. 12 Eylül 1980 döneminin senin yazarlık hayatındaki yeri ve etkisi nedir?

Benim yazarlık yaşamımda 12 Eylül’ün çok önemli bir yeri ve etkisi vardır. Zaten ilk kitaplarım doğrudan 12 Eylül ile ilgili kitaplardır.

Kuşkusuz edebiyat, siyasetin doğrudan bir unsuru ve onun araçsallaştırdığı, onun eklentisi bir sanat olmamalıdır. Ancak, toplumsal gerçekçi yaklaşımla, edebiyatın siyasal ve sosyal işlevi de olmalıdır bana göre; bir bakıma dünyayı ve toplumsal yaşamı estetik ölçütlerle yeniden üreten ve yorumlayan sosyal bir bilimdir edebiyat.  Türkiye’deki karşı-devrimci rejimlere, 12 Eylül’e ve onun türevi iktidarlara karşı bir duruş ve mücadele sorunu vardır hâlâ karşımızda; maalesef 12 Eylül süreklilik kazanmıştır. Bu anlamda yazarların, sanat ve edebiyat alanındaki çabaları ve üretkenliğinde, böyle bir sorunu görmezden gelmesi ve etkilenmemesi olanaksızdır. Benim de yazarlık yaşamımda ve yazınsal uğraşlarımda, güzel bir toplum ve güzel bir Türkiye sevdası önemli bir etkiye sahiptir.

Çok teşekkür ederim Sevgili Şakir. Sana başarılar dilerim.

Ben de çok teşekkür ederim Kemal.