Genel Yazılar

Mübadele´nin 77. Yılı

Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti ile Yunan Hükümeti arasında “Türk ve Rum nüfus mübadelesine ilişkin sözleşme ve protokol” Lozan´da 30 Ocak 1923 tarihinde imzalandı. “Zorunlu mübadeleye 1 Mayıs 1923´de girişileceği” sözleşmenin 1. Maddesi ile hükme bağlandı.

2000 yılı mübadelenin 77. yılıdır. Yunanistan´a “zorunlu mübadeleyle giden Anadolu Rumları çeşitli etkinliklerle yaşanan büyük acıyı anıyor. Atina ve Selanik Üniversitelerinin mübadeleyi inceleyip, araştıran bölümleri çeşitli belgesel kitaplar yayınlıyor. Katerini´de Anadolu´dan gelen Rumların maddi ve manevi katkılarıyla bir “Mübadele Müzesi” kuruluyor.

1928´de Anadolu´dan gelen Rumların kültürel mirasını korumak amacıyla Atina´da Küçük Asya Araştırmaları Merkezi (C.A.M.S.) kuruldu. Bu kurumun 40 yıllık sistemli çalışmasıyla, Anadolu Rumlarının yerleşim yerlerinde inceleme yapan araştırmacılar 145 000 sayfa tutan arşiv oluşturdu.

Türkiye´de ise günümüze kadar mübadele konusunda derinlemesine araştırmalar yapılmadı. Müslüman ve Ortodoks insanların mübadelesine ilişkin belgelerin arşiv çalışmaları pek yapılmadı. “Mübadele Müzesi” konusunda da herhangi bir girişim olup olmadığını duymadım.

Oysa bu gün Türkiye nüfusunun yaklaşık yirmide biri, geçmişi Yunanistan´a uzanan mübadil insanlar ve onların çocuklarından oluşmaktadır. Mübadiller yerleştirildikleri yerlere, çoğu zaman Yunanistan´daki köylerinin, kentlerinin adını koydu. Mezar taşlarına özlemiyle öldükleri toprakların adını yazdırdılar.

Mübadele 20. yüzyıl tarihimizin önemli olaylarında biridir. Çekilen acıların bir daha yaşanmaması için; her yönüyle araştırılmalı, incelenmeli, genç nesillere anlatılmalı. Tarih bilincini canlandıracak bir “Mübadele Müzesi” Türkiye´de de kurulmalıdır.

Halklar Mozaiği Türkiye…

Birinci Dünya Savaşı öncesinde, bu günkü Türkiye sınırları içindeki bölgede gerçekten bir halklar mozaiği vardı. Bir buçuk milyondan fazla Ermeni; bir buçuk milyon dolayında Rum; ayrıca sayıları yüzbinlerle ifade edilen Yahudi, Süryani Anadolu´nun çeşitli bölgelerinde yaşıyordu. Tüm Osmanlı İmparatorluğu dahilinde yaşayan nüfusun %9´u esas olarak tarım dışı işlerde uğraşan, şehirlerde oturan Rumlardan oluşmaktaydı. Gerek Ermeniler, gerekse Rumlar iç ve dış ticaretle uğaşmakta, aynı zamanda sanayinin kilit noktalarını da ellerinde tuttuklarından ekonomik yaşamda önemli etkinliğe sahiptiler.

20. yüzyıl başlarında tüm Osmanlı İmparatorluğu sınırlarında yaşayanların beşte biri Gayrimüslimlerden oluşuyordu. Rumların ve Ermenilerin iktisadi ve ticari yaşamdaki etkinlikleri nüfus içindeki oranlarından çok fazlaydı.

Osmanlı İmparatorluğu´nda, 1913-1915´te gerçekleştirilen ilk sanayi sayımında Rum ve Ermenilerin ekonomik ve ticari yaşamdaki etkinlikleri apaçık görülür. Rum ve Ermeniler Osmanlı İmparatorluğu´nun dış ticaretinde egemen durumdaydılar. Banka ve sanayi alanında da aynı etkiye sahiptiler.

Sayıma tabi tutulmuş sanayi kuruluşlarına yatırılmış sermayenin %50´si Rumların elindedir.

%20´si Ermenilere, %5´i Yahudilere, %15´i Türklere, %10´u diğer yabancılara aittir. Başka bir deyişle, Birinci Dünya Savaşı´nın başlangıcında sanayi sermayesinin dörtte üçü Müslüman olmayan Osmanlılar tarafından denetlenmekteydi. (Osmanlı İmparatorluğu Tarihi II, Çev. Server Tanilli)

Müslüman olmayanların öğrenim düzeyi Türklerden çok yüksekti. Zanaatçıların, sanatçıların; doktorluk, mühendislik, mimarlık gibi meslekleri yerine getirenlerin çoğunluğu Rum, Ermeni, Yahudi gibi halk gruplarındandı.

Ermeniler İstanbul, Kayseri, Amasya, Maraş, Adana, Bitlis, Elazığ, Erzurum, Kars bölgelerinde daha yoğundu.

Rumlar İstanbul, Doğu Karadeniz sahil şeridi, Amasya, Tokat, Kayseri, Nevşehir, Kastamonu ve İzmit-Eskişehir-Afyon-Antakya hattının batısında kalan Batı Anadolu Bölgesi´nde yoğun bir şekilde yaşıyordu.

1910´da toplam nüfusu 225 bin olan İzmir´in %50´si Rum, %30´u Türktü.

Birinci Dünya Savaşı öncesinde Batı Anadolu sahillerinde yaşayan Rumların toplam sayısı 450 bindi. Bunlardan 200 bini sahil şerindindeki köylerde; geri kalan 250 bini ise 120 bini yalnız İzmir´de olmak üzere, toplam on altı kentte yaşamaktaydı. İstanbul ve Doğu Trakya nüfusu içinde de Rumlar önemli bir paya sahipti. Rumların diğer önemli yerleşim bölgeleri, bir yandan Mersin gibi şehirler ve kırsal bölgeler olmak olmak üzere bu günkü Güneybatı Türkiye; diğer yandan da Doğu Karadeniz sahilleri idi. Trabzon ve Samsun nüfusunun %50´si Rumdu. Doğu Kardeniz´de yaşayan Rumların sayısı 250 bin dolayındaydı. Bu bölgede yaşayan insanların yaklaşık üçte biri Rumdu. Akdeniz Bölgesi´nde Antalya, Burdur, Isparta´da; Ege´de, Aydın ve Denizli´de önemli sayıda Rum, Ermeni, Yahudi vardı.

1919 yılında Batı Anadolu´da bulunan 3300 sanayi işletmesinin %73´ü Rumlara aitti. Bu işletmelerde %85´i Rum olmak üzere 22.000 işçi çalışıyordu.

Osmanlı İmparatorluğu içinde ve özellikle Anadolu´da halklar biribiriyle uyum içinde, kardeş gibi yaşarken; bu uyum ve kardeşliği kin ve nefrete dönüştürecek girişimler, gelişmeler de olu-yordu.

Balkanlar´da Osmanlı yönetimi altındaki bölgeler, yüzyılın başından beri için için kaynıyordu. 1911-1912 Balkan Savaşı, Yunanistan, Makedonya ve Batı Trakya´yı kana buladı. Müslümanlar, Türkler içgöçü yaşadı. Makedonya dağları çete doluydu. Vuran vurana; kıran kıranaydı… Giderek Türklerle Yunanlılar arasında güven kalmadı. Toplu katliamlar korku ve güvensizliği körükledi.

Duragan Osmanlı toplumsal yaşamı, sömürücü devletlerin silahlı hegemonya mücadeleleriyle sarsılmaya başladı. İç siyasal çalkantılar hızlandı. Sermaye sahipleri arasındaki rekabet siyasal yaşama milliyetçilik biçiminde yansıyordu. Emperyalist devletler, Osmanlı toplumundaki ulusal ayrımları kendi etkinliklerini artırmanın bir aracı olarak kullanıyordu.

Almanya´nın mütefiki Osmanlı Devleti

Osmanlı İmparatorluğu, yüzyılın başında ekonomik, siyasal, askeri, kültürel ilişkilerini İngiltere ve Fransa karşısında Almanya ile yoğunlaştırdı. Almanya dünya pazarının paylaşılmasında İngiltere ve Fransa ile acımasız bir rekabete girmişti. Bu dalaşmada kabak hem kendi halklarının, hem de bağımlı devletlerin yoksul halkının, ulusal azınlıkların başında patladı.

Birinci Dünya Savaşı´nın hemen öncesinde Almanya, Osmanlı İmparatorluğu´nun ekonomik yaşamına da kesin ağırlığını koymak ister. Oysa ekonomik yaşamda, İngiliz ve Fransız sermayesi ile çok yönlü bağımlılık ilişkisi olan Rum ve Ermeni sermaye gruplarının sözü geçmektedir. Bu nedenle Almanların, Osmanlı ekonomik yaşamını ele geçirmeleri, Rum ve Ermeni sermaye gruplarını geriletmekle olanaklıydı.

19. yüzyıl sonlarında başlayan Jön Türk hareketi ve bu hareketin ideologları milli bir burjuvazi yaratmayı amaçlıyorlardı. Daha sonra, yüzyılın başında oluşan İttihat ve Terakki Partisi´nin Ziya Gökalp, Yusuf Akçura, Tekin Alp gibi ideologları “ulusal burjuvazi”nin oluşumu davasını savunuyorlardı. Yusuf Akçura´ya göre söz konusu burjuvazi “en azından Türk olmayan Osmanlılarla rekabet etmelidir.”

Jöntürklerin anakonusu bir “milli iktisat” yaratmaktı. Bu amaç siyasal, kültürel, edebi yaşama 1908 sonrası dönemde damgasını vurdu. O dönemde çıkan bazı yerel gazetelerin adları Silâh, Süngü, Kurşun, Bıçak, Bomba idi.

İttihat ve Terakkiciler “birlik” istiyordu. Birlik, imparatorluğun bütün etnik öğelerinin birliği (ittihad-ı anasır); yaniMüslüman olsun olmasın, imparatorluktaki milliyetlerin özerklikçi ya da ayrılıkçı eğilimlerinin sona ermesiydi. Müslüman olmayanlar konusunda, Jöntürkler yarı özerk etnik cemaatler olan millet´leri başlarından atıp kurtulmak istiyorlardı.

Almanya´nın Orta doğu´da ve Avrupa´da hızlı gelişimi, İngiltere, Fransa ile sert rekabeti; Osmanlı devleti içinde yaşanan çöküntü karşlakla birbirini etkileyerek siyasi, ekonomik olayların gelişimini hızlandırdı.

Girit Meselesi, 1911-12 Balkan Savaşı Rumların elindeki işletmelere karşı ekonomik boykot için bir vesile oluşturdu. Müslümanlara ait sermayeyle bankalar kuruldu. Almanya kendi çıkarlarına hizmet edecek Türk şirketlerinin kuruluşuna; burada çalışacak yöneticilerin, uzmanların eğitimine doğrudan katkıda bulunuyordu.

Rum ve Ermenilerin dıştalanması

Rumların ekonomik ve toplumsal yaşamdan dıştalanması için her yola baş vuruldu. Çeşitli milliyetlerden halklar birbirine karşı kışkırtıldı. Osmanlı hükümeti bu sürece resmen itilim veri-yordu.

1913´de Bulgaristan´la yapılan İstanbul Antlaşması´na eklenen bir Protokol ile iki ülke arasında gönüllü bir ahali değişimi yapılması öngörülür. Osmanlı Devleti özelikle Batı Anadolu´daki Rum nüfusu azaltmak için çareler arar. Bulgaristan ile yapılan ahali değişimine ilişkin anlaşmayı Yunanistan´la yapmak ister. Ege kıyıları ve Doğu Trakya´daki Rumların bir güvenlik önlemi olarak Anadolu´ya zorunlu nakillerine karar verilir. Bunun üzerine Yunanistan 1914 Haziranında Mekedonya Müslümanlarıyla, İzmir Rumlarının zorunlu mübadelesine razı olur. Fakat Birinci Dünya Savaşı´na giren Osmanlı Devleti bu anlaşmayı uygulayamaz

1914 Ağustosu´ndan itibaren Osmanlı Hükümeti, İzmir´deki bütün yabancı kuruluşlardan, çalıştırdıkları tüm Rumları işten çıkararak, yerlerine Müslümanların alınmasını istedi.

Yalnız İzmir´de değil, İstanbul´da da bütün Hıristiyanlara karşı bir boykot hareketi başlatıldı. Boykot ve dıştalamalarla Müslümanların iç pazar ilişkilerine, ticari yaşama katılmaları amaçlanıyordu. Böylesi zorlama yöntemlerle işe alınan Türkler, Türk işçileri gerekli uzmanlık öğreniminden geçmeleri için Almanya´ya gönderildi.

Osmanlı Devleti kendi tebaasındaki Rumları ve Ermenileri Birinci Dünya Savaşı sırasında potansiyel suçlu kabul etmişti.

Ruslar Sarıkamış´ta Enver Paşa komutasındaki Osmanlı ordusunu bozguna uğrattıktan sonra, 1915 baharında yeniden saldırıya geçmişti. İşte tam bu dönemde, 1915 Nisan ayının sonunda bir kanun-u muvakkat çıkarıldı. Bu kanunla ordu komutanlarına askeri güvenlik nedeniyle, bölgelerindeki diledikleri köyleri boşaltma ve ahaliyi başka yörelere tehcir (göçürme) yetkisi verildi. Amaç, Ermenilerin Ruslara yardım etmelerini önlemek olarak açıklanmıştı. Tehcir hareketi derhal başlatıldı. Doğu illerindeki Ermeniler Kuzey Irak´a; Adana ve Kuzey Suriye bölgesi Ermenileri Orta Suriye´ye sürüldü.

Rum erkeklerinden askerlik çağında olanlar ise çalışma kamplarına benzeyen “amele taburlarına” alındı. Karadeniz sahil şeridinde yaşayan Rum ahali, “Ruslara yardım edebilirler!” kuşkusu ile Anadolu içlerine mecburi sürgüne gönderildi.

Bu uygulamalar Rumları tedirgin etti. Çankırı, Kastamonu, Amasya, Kayseri vb. bölgelerinde Ermenilerden boşalan evlere yerleştirilen Rum ahali “Ermenilerin başına gelenler bizim başımıza da gelecek!” düşüncesiyle büyük bir korkuya kapıldı. Huzur ve güven kalmadı!

Savaşta yenik düşen Osmanlı devleti parçalanıp Anadolu işgal edilince; yıllardan beri tedirginlik, korku, dıştalanma içindeki Rumlardan bazıları Yunan işgalini bir kurtuluş gibi görmüştü. Sevinip, bayram edenler oldu! Yunan ordusu, işgal bölgesinde yaşayan yerli Rumları askere alıyordu. Aydın, Denizli, Burdur, Isparta bölgesindeki Rumlardan gönüllü olarak Yunan ordusuna katılanlar vardı.

Rumların “tehcir”i

Türkiye halkı Türküyle Kürdüyle işgale karşı “Ya istiklal, ya ölüm!” diyerek varını yoğunu ortaya koymuştu. Savaşın gerekleri ve kuralları tek gerçek haline geldi. Ne kardeşlik kaldı, ne mozaik! Tek tek insanların niyetleri, düşünceleri, acıları, kederleri önemini kaybediyordu.

Önce Yunanlılara yardım edebilirler düşüncesiyle 1 Temmuz 1919 gününden itibaren Aydın bölgesi Rumlarının iç bölgelere sürgünü başlar.

2 Temmuz 1920´de Yunan ordusunun Menderes – Sarayköy hattına yaklaşması üzerine Denizli bölgesinde yaşayan eli silah tutabilecek Rum ve Ermeni erkekleri derhal Eğirdir üzerinden Kayseri, Sivas, Erzurum´a sürgün edilmeye başlanır. Sürgün 7 Temmuz 1920´de tamamlanmış olur.

1 Eylül 1920 tarihinde ise Batı Cephesi Komutanı Ali Fuat Cebesoy “Garp Cephesi Mıntıkası sayılan Geyve, Bilecik, Bolu, Eşkişehir, Kütahya, Afyonkarahisar, Denizli, Burdur, Isparta livaları dahilinde bulunan Rum ve Ermeni unsurlarına mensup 20-40 yaş arası olan erkeklerin istisnasız cephe mıntıkası dışına çıkarılmasını” emreder.

Bu emri alır almaz Denizli Mutasarrıf Vekili Nazmi Bey harekete geçer. Polis ve jandarma güçleriyle üç gün uğraşmasına karşın Denizli Rumlarını tehcir (göçürme, sürgün) edemez. Cepheden yardım ister. Demiralay´dan gelen 20 kişilik süvari müfrezesi Rum Cemaatini toplayarak sabahleyin Eğirdir´e gönderileceklerini söyler. Hiçbir Rum bu emre uymayınca Demiralay süvarileri “ibret olsun!” diye Rum ileri gelenlerinden 15 kişi ile 2 papazı öldürür. Bu korkuyla Rumlar ve Ermeniler Denizli´den hızla ayrılmaya başlar. Yahudiler ise Mustafa Kemal´in izniyle İtalyan işgal bölgesine giderler.

Eylül 1920 sonuna doğru Demirci Memet Efe, Demiralay Komutanı Hafız İbrahim´den Hıristiyanların tümüyle Eğirdir´e sürülmelerini ister. Bu yapılmazsa Denizli´ye gelerek hepsini öldüreceğini söyler. Bu emir üzerine geri kalan tüm Rum ve Ermeni kadın, kız, çoluk çocuk Eğirdir Gölü´nün içindeki Nis Adası´na sürgün edilir. 5 – 6 ay kadar burada kalan insanlar, zemheri ayında Niğde-Aksaray ve Konya- Akşehir´e sevk edilir.

Binlerce Rum ve Ermeninin tehciri sırasıda can, mal ve ırza tecavüzler olur. Sık sık yağmalama olayları görülür. Bu nedenle Garp Cephesi Komutanı Ali Fuat Cebesoy 1 Eylül 1920 ta-rihli emrinde: “Sevk edilenlerin yolculuk sırasında ve vardıkları ikâmet yerlerinde can, mal ve ırz güvenlikleri sağlanacak, bu işte mahalli hükümetler ve korumalarına verilecek jandarmalar kesinlikle sorumlu bulunacaklardır. Bu emre uymayan her kim olursa olsun, suçunun derecesine göre, kanunun altında ağır cezaya çarptırılır. Cana ve ırza kast edenler idam olunur.” uyarısını yapar.

Karadeniz Bölgesi´nde ise, Topal Osman Erzurum Kongresi´nden sonra Giresun Belediye Başkanlığı yaparken Mustafa Kemal´in bilgisi dahilinde 5000 kişilik silahlı milis gücü örgütler. Bu milisler Sinop´dan Trabzon´a kadar tüm sahil şeridinde ve içerilerde Rumlara kan kusturur. Tokat, Amasya bölgesindeki bir çok Rum köyü yakılır, insanlar katledilir. Rumlardan sağ kalanlar Amasya, Erbaa, Taşova, Tokat dağlarına çıkar. Rumlarla Türkler arasında, Rum Çeteleriyle Topal Osman Çeteleri arasında kanlı çatışmalar olur.

Topal Osman´ın silahlı güçleri, 6 Mart-17 Haziran 1921 arasında Koçgıri´de ayaklanan Kürleri kırar geçirir. Koçgiri ayaklanmasını kanla bastıran Topal Osman 11 Kasım 1921´de Mustafa Kemal´ín Muhafız Birliği´nin başına getirilir. Aynı Topal Osman 27 Mayıs 1923´de, Mustafa Kemal´i aşırı biçimde eleştiren, Trabzon mebusu Ali Şükrü Bey´i tuzağa düşürerek öldürür. Olayın TBMM´de geniş tepki uyandırması üzerine, teslim olması istenir. Teslim olmayan Topal Osman, Mustafa Kemal´in emriyle, Ayrancı Bağları´ndaki evinde silahlı çatışmayla öldürülür.

Topal Osman milislerinden korkarak bir çok Rum köylüsü dağa çıkmıştır. Dağa çıkmayan Rumlar 1920 Haziran ayından itibaren, büyük kafileler halinde tümüyle sürgüne gönderilir. Kimi kafileler Amasya, Tokat, Sivas, Gürün, Darence, Maraş, Antep, Kilis, Halep, Beyrut üzerinden Yunanistan´a ulaşır. Kimi Kayseri, Nevşehir Rumları Ulukışla üzerinden Tarsus´a; oradan da gemiyle Yunanistan´a varabilir. Karadeniz Dağlarındaki Rumlardan bir kısmı deniz yoluyla Sovyetler Birliği´ne geçer. Daha sonra Yunanistan´a ulaşır.

“Türk ve Rum Nüfus Mübadelesi´ne İlişkin Sözleşme ve Protokol”

Anadolu Rumları bulabildikleri her yoldan korku ve panik içinde yurtlarını terketmektedir. Mustafa Kemal sürgüne gönderilen; yerini yurdunu terkeden Rumlara dokunulmamasını emreder.. Fakat açlıktan, hastalıklardan, saldırılardan kırılır insanlar. 1920´lerde 4.5 milyon dolayında olan Yunanistan; Anadolu´dan kaçıp gelen bir milyon kadar Rumu besleyecek durumda değildir. Daha fazla kırımı önlemek amacıyla Türkiye ile Yunanistan arasında, daha Lozan Antlaşması imzalanmadan, 30 Ocak 1923´de “Türk ve Rum Nüfus Mübadelesine İlişkin Sözleşme ve Protokol” imzalanır.

Sözleşmenin 1. Maddesi´ne göre “Türk topraklarında yerleşmiş Rum Ortodoks dininden Türk uyrukları ile, Yunan topraklarında yerleşmiş Müslüman dininden Yunan uyrularının, 1 Mayıs 1923 tarihinden başlayarak, zorunlu mübadelesine girişilecektir.”

“Bu kimselerden hiçbiri, Türk Hükümetinin izni olmadıkça Türkiye´ye, ya da Yunan Hükümeti´nin izni olmadıkça Yunanistan´a dönerek orada yerleşemeyecektir.”

2. Madde ise mübadelenin dışında kalanları belirliyordu:

“Birinci Maddede öngörülen mübadele:

a) İstanbul´da oturan Rumları,

b) Batı Trakya´da oturan Müslümanları kapsamayacaktır.”

Bu mübadele sözleşmesi gereğince Yunanistan´da yaşayan 355 635 Müslüman ile 189 916 Anadolu Rum´u zorunlu olarak mübadele edilmiştir. Yunanistan´a ulaşabilen Rumların sayısı bir milyon dolayında olduğuna göre; gidenlerin büyük bir çoğunluğu Mübadele Sözleşmesi´nden önce, çok zor koşullarda kaçmış demektir. Milletler Cemiyeti tarafından yapılan kayıtlara ve istatistiklere göre Anadolu´dan Yunanistan´a ulaşan Rumların %66´sı kadın ve çocuktu. Erkeklerin çoğu Yunanistan´a ulaşamadan yokoldu. Yunanistan´a ulaşanlar salgın hastalıklar, açlık ve sefalet içinde kırıldı. Anadolu Rumlarının % 20´si bir yıl içinde ölüp gitti.

Benzer acıları Yunanistan´dan Türkiyeye gelen mübadil insanlar da yaşadı. 1911-1912 Balkan Harbi sırasında Selanik ve Makedonya bölgesinde yaşayan Müslüman-Türk halk cephe gerisine kaçtı. Birçok insan bu kaçış sırasında öldü. Ayrıca Rum ve Bulgar çeteleri Türk köylesine saldırıyor, yakıp yıkıyordu. 1912 ´den 1919´a kadar Yunanistan yönetimi altında olaylar yatıştı. Kaçanlar köylerine geri döndü. Fakat Yunanistan´ın İzmir´i işgalinden sonra Müslüman – Türk halkın tedirginliği artı. 1919 sonrası Yunanistan´da Türk köyleri yakılıp yıkılmadı. Ama savaş huzuru can ve mal güvenliğini yoketmişti. Yer yer Türklere saldırılar oluyordu. Türklerle Yunanlıların, Vulahların karışık olarak yaşadıkları yerleşim yerlerinde mahalleler birbirinden ayrılıyordu.

Anadolu´dan kaçıp gelmiş binlerce Rum Mübadele başlangıcına kadar, bir iki yıl Yunanistan´da Türklerle birlikte yaşadı. Hükümetin emriyle evlerini, mallarını Anadolu Rumlarıyla paylaştı. Ateşten, ölümden kaçıp gelen; yakınlarını kaybetmiş Anadolu Rumları ile Müslüman – Türk insanlar arasında acı olaylar da yaşanıyordu.

En önemli sorun konuşulan dildi. Anadolu Rumlarını anadili Türkçeydi. Yunanistan´da yaşayan birçok Türk´ün anadili ise Rumcaydı. Rumlar Türkçe, Türkler ise Rumca konuşuyor; bir türlü anlaşamıyorlardı. Yerli Yunan halkı, Anadolu´dan gelen Rumlara “Siz ne biçim Rumsunuz! Elenika bilmiyorsunuz! Siz Rum değil, Türk tohumusunuz!” diyerek aşağılıyordu.

Aynı aşağılamayı, Mübadele ile Anadolu´ya gelen mübadiller yaşadı. Tek kelime Türkçe bilmeyen mübadil Türklere yerli Türk halkı: “Siz ne biçim Türksünüz? Tek kelime Türkçe bilmiyorsunuz. Siz Yunan tohumusunuz!” diyerek aşağıladı, ezdi, horladı. Türklerle mübadiller uzun yıllar birbirlerinden kız alıp vermedi. Bütün bu aşağılama, horlama ve ortak bir dili konuşamama Rum ve Türk mübadilleri çökertti. Mübadillerin çoğu ilk yıllarda öldü.

Türk ve Rum mübadil insanların, bırakıp geldikleri evleri, yurtları gidip görmeleri 50 yıl süreyle yasaklanmıştı. Kapılar ancak 1974´de açıldı. Anadolu Rumları otobüslerle, arabalarla, turist kafileleriyle 1920´lerde terkettikleri yurtlarını, topraklarını, evlerini görmeye geliyorlardı. Fakat İstanbul´da, içinde yurtlarını görmeye gelen Anadolu Rumlarının da bulunduğu Yunanistan´a ait turist otobüsünün kundaklanarak yakılmasından sonra bu ziyaretler azaldı.

Müslüman mübadillerden birçok insan, aynı şekilde 1974 sonrası Yunanistan´a gitti, atalarının yurtlarını görüp geldi. Fakat binlerce Türk ve Rum mübadil zorla koparıldıkları topraklarını bir daha göremeden ölüp gitti.

Mübadele´nin Türkiye ve Yunanistan´a etkileri

Türkiye´de 1923 sınırları içinde yaşayan nüfus 1915´de 15,7 milyonken, 1927´de 13.6 milyona düşmüştür. Toplam nüfusdaki bu azalma, yalnızca sayısal bir düşüş değildi. Müslüman olmayan bu insanlar, o dönem Türkiyesi´nin eğitilmiş üretim gücünün, sanayi ve ticarettin belkemiği idi. Rumların ve diğer azınlıkların gidişi, ekonomik, toplumsal, kültürel yaşamada büyük olumsuz gelişmelere yol açtı. Yarattığı boşluk uzun yıllar kapatılamadı.

Bu yıkımı, Türk ve Yunan hükümetleri halkların zorunlu mübadelesiyle önlemeye çalışmıştı. Fakat mübadele edilen halkların yaşama biçimi, kültür düzeyi, üretim alışkanlıkları farklı olduğundan bu önlemler etkili olamadı. Ayrıca Anadolu´nun bir çok bölgesindeki Rum köyleri korkunç biçimde yağmalanmış, yakılıp yıkılmıştı. Yunanistan´dan gelen muhacir halk, bu yağmalanmış köylere yerleştirildi.

Bu yıkımlar, acılar içinde, Rum ve Müslüman-Türk mübadil halk, “ya kırk gün, ya kırk yıl sonra döneriz!” diye diye yeni yaşamlarını kurmaya başladı. Mübadele öncesi herkesin taşınmaz malları özel komisyonlar tarafından sayıldı. Resmi kayıtlara geçti. Mübadeleyle mecburi yer değiştiren herkes geride bıraktığı, kayda geçmiş mallarının mübadilini alacaktı. Fakat bu karar hiç işlemedi. Kimi mallar kapanın elinde kaldı. Türkiye´de çok zengin olan bir Rum Yunanistan´da açlıktan öldü. Aynı şekilde, Yunanistan´da çiftlik sahibi olan, altını tenekeyle ölçen Türklerden birçoğu Türkiye´de bir avuç toprağa zor sahip oldu. Çünkü Türkiye Hükümeti “Adiyen İskan” denilen bir kanun çıkararak, Yunanistan´dan gelen her muhaciri eşit kabul ederek hane ve kişi başına mal verdi. Yunan hükümeti de benzer uygulamayla mal dağıttı.

Ne Yunanistan ne de Türk hükümeti yaklaşık iki milyon insanın zorunlu göçünü kararlaştırırken, göçün alt yapısını hazırlamamıştı. Savaş sürüyordu. Alt yapıyı, üst yapıyı düşünülecek zaman değildi. Hem Türkiye´de, hem de Yunanistan´da muhacirlerin topluma uyumunu zorlaştıran olaylar yaşanıyordu.

Yunanistan´da 1930´lu yıllardaki gerici iktidarlar Anadolu Rumlarını aşağıladı. Baskı uyguladı. Hatta saz çalmayı bile yasakladı. İnsanlar yeni yeni kendilerine gelmeye başlamıştı ki, 1939´da İtalya Anadolu Rumlarının yoğun olarak yaşadığı Kuzey Yunanistan´ı işgal etti. İtalya´ya karşı savaş biter bitmez, 1941´de Almanya Yunanistan´ı işgal etti. Bir çok Anadolu Rumu Almanya´ya karşı savaşa girdi. Dağa çıktı. Almanya yenilip gidince 1946´da iç savaş başladı. Partizanlarla kralcı güçler üç yıl birbirini boğazladı.

Anadolu Rumları Türkiye´de yaşadıkları büyük acılarını sarmaya zaman bulamadan ard ardına savaşa girmek zorunda kaldılar. Ancak 1950 sonrası rahat bir nefes almaya başladılar.

Türkiye İkinci Dünya Savaşı´na girmedi. Ama savaşın, seferberliğin yokluğunu yaşadı. Muhacirler karınları doyurabilmek için ordan oraya kaçıyor yada göçüyordu. Devlet anadili Rumca olan bu insanların kültürel gereksinmelerini karşılamadı. Bu insanların ve çocuklarının Türkçe öğrenmelerini sağlayacak bilinçli bir politika yoktu. Rumca eğitim zaten tehlikeli görülüyordu. Hem Türkçe öğrenmenin olanakları verilmiyor; hem de Rumca konuşan bu insanlar horlanıyordu. Çok sayıda çocuk Türkçe bilmediğinden ilkokulu bile bitiremedi.

Günümüzde Anadolu Rumları Yunanistan nüfusunun yaklaşık dörtte birini oluşturuyor. Onlar Yunan ekonomisinde, toplumsal, kültürel, siyasal yaşamda önemli etkinliğe sahiptirler. 1961 yılında yapılan bir araştırmaya göre Yunan sanayicilerinin %20´si Anadolu ve Doğu Trakya doğumluydu.

Türkiye´ye gelen muhacirler de çok yönlü engellere karşın; ticarette, sanayide, etkinlik gösterdiler. Yerleştirildikleri bölgelerde birçok yeniliğin taşıyıcısı oldular.

Kışkırtıcı politikalara son!

77 yıl öncesinin kötü anıları yavaş yavaş belleklerden siliniyor. Ama halkın bilinç altında çeşitli kuşkular, güvensizlikler hâlâ yaşamakta. Bazı Yunan ve Türk politikacıları bu durumu bilerek siyaset yapıyor, oy toplamaya çalışıyor. Nitekim; 1924´den günümüze kadar Türkiye ile Yunanistan arasındaki her gerginlik ve çatışmada Batı Trakya Türkleri ile İstanbul Rumları suçluymuş gibi huzursuz edilmiştir. Her Kıbrıs olayı bu insanlara yeni bir korkuyu yaşatmıştır .

Türkiye ve Yunanistan´ı yönetenler, ekonomik- toplumsal zorluklarla karşılaştıklarında kendi halklarının dikkatlerini yapay dış olaylara çekmeyi alışkanlık haline getirdi.

Bunun en çarpıcı örneği, Menderes Hükümeti´nin devletin gizli servislerini kullanarak yarattığı Rum düşmanlığıdır. 1955 yılında ekonomi çıkmaza girmişti. Muhalefet üzerinde yoğun baskı başlamıştı. İktidarla muhalefet arasındaki gerilim artmıştı. Dış politikada Kıbrıs görüşmeleri devam ediyordu. Böyle bir ortamda Selanik´deki Atatürk´ün doğduğu eve gizlice bomba attırılır. Ardından da, “Yananlılar Atatürk´ün evini bombaladı!” yaygarasına başlanır. İstanbul Rumlarına, Müslüman olmayan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına karşı devletin bilgisi dahilinde ırkçı kin körüklenir. Verilen saldırı işaretiyle 6-7 Eylül 1955 günlerinde İstanbul´daki Rumlara ait işyerleri, evler, mağazalar yağmalanır. Beyoğlu´nda, Kadıköy´de, Karaköy´de sokaklar yağmalanmış, parçalanmış eşyalarla örtülür. Gözü dönmüş güruhlar yakaladıkları papazları sokak ortasında sünnet etmeye kadar vardırırlar barbarlıklarını.

Menderes hükümeti birkaç göstermelik soruşturma, yargılama ile bu büyük barbarlığı örtüp yoluna devam eder. Amaç gerçekleşmiştir. Lozan Antlaşması´yla İstanbul´da kalmaları güvenceye alınmış 120 bin dolayındaki Rum korkutulmuş, İstanbul´dan kaçmaları sağlamıştır.

6-7 Eylül olayları sonrası İstanbul´da kalan Rumlar “Vatandaş Türkçe konuş!” kampayası ile sürekli tedirgin edilir. Binlerce Rum 1964, 1974 Kıbrıs olayları sonrası İstanbul´u terketmek zorunda bırakılmıştır. İstanbul´un son sürgünleri mallarını mülklerini satamadan, polis tarafından evlerinden alınmış, İpsala Kapısı´ndan ellerine 100 dolar verilerek Türkiye´den atılmıştır.

1915´lerde Türkiye´de yaşayan bir buçuk milyon dolayındaki Rumdan ve 1.5 milyon kadar Ermeni´den kala kala İstanbul´daki üç bin kadar Rum ile 50 bin kadar Ermeni kalmıştır. Süryanî ve Yezidîlerin adı bile unutturulmuştur Türkiye toplumuna.

Olaylara bakınca, 1071´lerde başlayan Anadolu´nun Türkleştirilmesi süreci 1920´lerde tamamlanmıştır, denebilir. Anadolu çok renkli toplum yapısını kaybettikçe, bereketini yitirdi. Türkiye tek renklileşme sürecine girince, Kürtlere karşı sert ırkçı politikalar gündenme geldi. Türkiye bu süreçde giderek yalnızlaşıyor. Yalnızlaştıkça kendini güvensiz hissediyor. Bu güvensizlik özgürlüklerin kısılmasına, demokrasinin darbelenmesine yol açıyor. Türkiye yalnızlaştıkça kendine düşman arıyor yada düşman yaratıyor. Hiçbir komşusu ile dost değil. Kendi insanına, kendi halkına düşman. Kardeş kanı hâlâ durdurulamadı. Ege hâlâ barut fıçısı. Böyle bir ülkede Rum, Ermeni, Yahudi, Süryani, Yezidi ve Kürt olarak kültürel kimliğini koruyabilmenin ne olduğunu yaşayan bilir.

Tarih tekerrür değildir. Şu olmasaydı, bu olmasaydı varsayımları ile toplumsal süreci geriye döndürmek olanaksızdır. Ama geçmişi doğru değerlendirerek, bu günün sorunlarını çözecek politikalar geliştirilebilir. Rekabet ve düşmanlığın yerini barış ve dayanışma alabilir.

Mübadele´nin 77. yılında “göçleri, sürgünleri, köy boşaltmaları daha uyumlu, daha acısız nasıl yapabiliriz?” sorusuna cevap aramak çok anlamsızdır. Mübadele´nin dinmeyen acısı; köy boşaltmaları, göçleri, sürgünleri yaratan nedenleri ortadan kaldırmakla barışa dönüşebilir.

Son seksen doksan yıllık süreç; savaşlar, göçler, yıkımlar; hem Türkiye ile Yunanistan arasındaki kalıcı barışa; hem de Türkiye ve Yunanistan´ın kendi içlerinde daha demokratik bir yaşamı kurma bilincine temel olabilir. Ülkemizde sürüp giden zorunlu göçleri, akan kardeş kanını durduracak yeni bilinci, yeni tavırları doğurabilir. Giderek küçülen dünyada, ülkeler, içlerindeki çok renkliliği yokederek değil; tersine çok renkliliği toplumsal ve kültürel zenginliğe dönüştürerek ilerlemektedir.

Türkiye ve Yunanistan halkları aslında dost ve kardeş olduklarını 1999 yılında meydana gelen Marmara ve Atina depremleri sonrasında birbirlerinin yardımlarına koşarak gösterdiler.Türk ve Yunan halkları yöneticiler tarafından yıllardır karşılıklı olarak sürdürülen düşmanlık politikalarını barışçı bir yola döndürmek için seslerini yükselttiler.

Türkiye ile Yunanistan arasındaki barışçı ilişkiler Büyük Mübadele´nin 77. yılında gelişiyor. Gerek Türkiye´deki, gerek Yunanistan´daki sürgün ve mübadil insanların çocukları dünün büyük acısını bugünün çok meyveli, çok çiçekli barışçı kültürüne dönüştürebilirler.

Türkiye ve Yunanistan halkları böyle bir barışçı kültür ve barışçı politikaya layıktırlar.

12 Ocak 2000 / Bochum – Almanya Kemal Yalçın

Kaynaklar:

1. Egenin İki Yakasında Ekonomi, Prof.Dr. Faruk Şen, Mülkiyeliler Birliği Vakfı Yayınları, Ankara 1987

2. Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye, Stefanos Yerasimov, Gözlem Yayınları, İstanbul 1977

3. Türk-Yunan İlişkilerinde Batı Trakya Sorunu, Baskın Oran, Mülkiyeliler Birliği Vakfı Yayınları-2, Ankara 1986

4. Türkiye Tarihi 4, Çağdaş Türkiye 1908-1980, Siyasal Tarih; Mete Tuncay, Cem Yayınevi, İstanbul 1992

5. Büyük Mübadele, Türkiye´ye Zorunlu Göç (1923-192), Kemal Arı, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 1995

6. Andonnia- Küçük Asya´dan Göç, Ertuğrul Aladağ, Belge Yayınları, İstanbul 1995

7. Refugee Greece, Photographs from the Archive of the Centre for Asia Minor Studies, Edited by: Georgios A. Yiannakopoulos, Athens 1992

8. Emanet Çeyiz – Mübadele İnsanları, Kemal Yalçın, Belge Yayınları, İstanbul 1998

9. Milli Mücadele´de Denizli-Isparta-Burdur Sancakları, T.C. Kültür Bakanlığı Yayını

10. Milli Mücadele Yıllarında Amasya – Portreler – Belgeler, Hüseyin Menç, Ankara 1992

11. İstanbul´un Son Sürgünleri, Hülya Demir, Rıdvan Akar, İletişim, İstanbul 1994

12. Topal Osman Olayı, Cemal Şener, Ant Yayınları, İstanbul 1994

13. Musa Dağ´da Kırk Gün, Franz Werfel, Belge Yayınları, İstanbul 1997

14. Benden Selam Söyle Anadolu´ya, Dido Sotiriyu, Alan Yayıncılık, İstanbul 1993

15. Türk Yunan İlişkilerine Bir Önsöz, Tencere Dibin Kara, Herkül Millas, Amaç Yayınları, İstanbul 1989

16. Türkiye´nin Siyasal Andlaşmaları, İsmail Soysal, I. Cilt, Türk Tarih Kurumu Yayını

17. Osmanlı İmparatorluğu Tarihi II, Çeviren: Server Tanilli, Adam Yayınları, 1999