EdebiyatGenel Yazılar

Yazar Murat Tuncel’in “Osmanlılar” üst başlıklı nehir romanları ve Türk Edebiyatı’na getirdiği yenilikler

 

Kemal Yalçın

Murat Tuncel “Osmanlılar” üst başlıklı nehir romanlarıyla Türk edebiyatına yeni bir tarihi roman tarzı ve anlayışı getiriyor. Yazar bu romanlarını 20 yıldan fazla süren bir araştırma ve  incelemeden sonra 2010 yılında yazmaya başlamıştı.

Osmanlı İmparatorluğu’nun 1350-1850 tarihleri arasındaki 500 yıllık zamanı  tarihi belgesel roman tarzında işleyen yazar, aynı zamanda 500 yıllık zamanın romanını yazıyor. Her biri 550 sayfa kadar olan altı kitaptan oluşan bu seri romanların şimdilik ilk iki (Trakya Güneşi ve Tuna’dan Fırat’a)romanı yayınlandı.  Üçüncüsü 2020 Nisan ayında yayınlanacak olan romanların diğerleri de belirli aralıklarla okuyucusuyla buluşacak.

500 yıllık zamanın romanını yazmak çok zor ve çok emek isteyen bir iş. Fakat Murat Tuncel’in  bu zor işi başaracağına inanıyorum. Çünkü o yeterli bilgi birikimine ve yazarlık yeteneklerine sahip,  yüreği gibi kalemi de sağlam bir yazarımızdır.

Murat Tuncel, OSMANLILAR üst başlığı ve özgün alt başlıklarla yayınlanan romanlarını “Osmanlı coğrafyasında 1350-1850 yılları arasında geçen tarihi olayların, sosyal yaşamın, adı bilinen ve adı unutulan tarihi kişiliklerin, zamanın ve zaman ötesindeki aşkların, sevinçlerin, paylaşımların roman diliyle anlatımıdır,” biçiminde tanımlıyor.

Murat Tuncel başladığı işin çok zorlu olduğunun bilincinde ve daha önce yazdığı romanlarla “Osmanlılar” seri romanlarının arasındaki farkları çok iyi bilmektedir. “Osmanlılar” onun kendi kendini aşarak geldiği olgunluk döneminin romanlarıdır.

Osmanlılar I- Trakya Güneşi (2011) ve Osmanlılar II- Tuna’dan Fırat’a (2019) yedi yıl ara ile yayınlandı. Bu iki kitabı okuyunca Murat Tuncel’deki estetik olgunluğun düzeyini hayranlıkla görebiliyoruz.

Yazar, Trakya Güneşi’nin Önsöz’ünde amacını, temel düşüncesini, nereden gelip nereye gittiğini şöyle açıklıyor:

“Böylesi zorlu ve detaylı bir çalışmaya beni sevk eden temel düşünce, özet olarak Azra Erhat’ın 1950’lerde yazdığı bir makalesinde okuduğum ‘Eğer biz bu topraklar üzerindeki taşları konuşturabilirsek, dünya bizi daha iyi tanır,’ cümlesidir. Elbette 1950’lerden bu yana, bu topraklar üzerindeki taşları konuşturarak yaşanan aşkları, isyanları, atılan çığlıkları, kahkahaları dile getirenler oldu. Ama ben yazılanların hemen hemen tümünün gerçekte o taşların konuştukları olduğuna inanmıyorum. Çünkü bu topraklar ve bu topraklar üzerindeki taşların söyledikleri de, anlattıkları da yazılanlardan çok fazladır. İşte ben bu romanlarımla o taşların söylediği ama dile getirilmeyen ve anlatılmayanların peşindeyim.”

                                        …..

“… Kısaca özetleyerek tanıtmaya çalıştığım bu seri romanları okuyan okuyucularımın, yapıtları okuduktan sonra bugüne kadar kendisiyle taşıdığı tüm bilgileri içtenlikle her yönüyle sorgulayacağı inancındayım. Ama şunu da gönül rahatlığıyla belirteyim ki,  bu yapıtların her biri  ne bir tarihtir ne sosyoloji ne coğrafya ne felsefe ne de arkeolojidir. Ama bunların hepsini içeren bir edebi romandır.”

Murat Tuncel’in tarihi roman tarzına getirdiği yenilikler

Türk Edebiyatı’nda tarihi roman nitelemesiyle epeyce kitap yayınlandı. Yazarları tarafından tarihi roman diye sunulan bu romanların birçoğunda kurgulama ve tek yanlılık ağır basıyor. Böyle tarihi romanların yazarları okuduğu tarih kitaplarındaki olaylara dayanarak yarattıkları hayali kahramanların abartılı serüvensel hayatına bir de aşk katarak yazdıkları metinlere  tarihi roman diyorlar. Fakat yazdıkları ne edebi nitelikleriyle ne de bilimsel roman kuramları ve tarihi roman normlarına uygunluklarıyla bir tarihi roman niteliği taşımıyorlar.  Ayrıca da bu yapıtların yazarları tek yanlı oldukları için objektif davranamıyor ve olayları da gerçek yönleriyle veremiyorlar.

Murat Tuncel’in tarihi romanları ise hem edebi nitelikleri hem edebiyat bilimine uygunluğu hem  tarihi gerçekleri bilimsel kanıtlarla aktarmaları hem de olayları objektif aktarmaları nedeniyle bu romanlardan ayrılıyor. Bu özellik aynı zamanda Murat Tuncel’in tarihi roman anlayışımıza getirmiş olduğu önemli bir özellik.

Murat Tuncel tarihi romanlarını yazarken belli ki öncelikle çok okuyor. Belli bilgi birikimine ulaştıktan sonra da anlatacağı olayların geçtiği yerleri gezip, saha araştırması yapıyor. Dağları, tepeleri, ovaları, nehirleri, gölleri, denizleri, kaleleri, surları vb. kendi gözleriyle görüp inceliyor. Kalelerin burçlarına çıkıyor. Merdiven basamaklarını sayıyor. Kale burçlarından çevreye bakıyor. Doğuda ne var, batıda ne var? Nasıl görülüyor? Güneş nereden ve nasıl doğuyor? Çevredeki sesler nelerdir? Hangi canlıya aittir. Tümüyle yazacağı dünyayı kafasına yerleştiriyor. Bu da anlatıdaki betimlerin güçlü ve zengin olmasını sağlıyor. Örneğin; Viyana kuşatmasına giden Osmanlı Ordusu’nun izlediği yol güzergâhında  araştırma, gözlem, incelemeler yaparak olayları daha geniş bir perspektifle okuyucusuna sunuyor.  Tuna’dan Fırat’a romanını yazmadan önce  de Tuna boylarına inceleme gezileri yaparak, Tuna’nın boz bulanık akışını hem kendisi seyrediyor hem de okuyucusuna seyrettiriyor.  Bulgaristan, Yunanistan, Çekoslovakya, Romanya, Avusturya, Almanya,  Batı Trakya, Makedonya, Bosna’yı adım adım gezip romanlarındaki betimlemeleri canlı kılması da onun tarihi roman ve roman anlayışımıza kattığı bir başka yeniliktir.

Tarihi romanlarda zaman ve mekân bağlantısı çok önemlidir. Toplumsal ve doğal âlemde her şey birbirine bağlıdır. Her olayın sonucu yeni bir olayın başlangıcıdır. Tarihin akışı insanlara uymaz, insanlar zamanın akışını kavrarlarsa ve buna göre hareket ederlerse başarıya ulaşabilirler.

Viyana Kuşatması neden 1583 yılında değil de, 1683 yılında bozgunla sonuçlandı? Osmanlıların bozgunu, Avrupalıların zaferi hangi tarihi, sosyal, ekonomik gelişmelerin sonucudur? Bu bozgunun dünya tarihinin akışındaki ve Osmanlı İmparatorluğu’nun varlık şartlarındaki etkisi neler oldu?

Murat Tuncel bu ve bunun gibi büyük, zor sorulara belgesel tarihi roman tarzının olanakları çerçevesinde cevap bulmaya çalışıyor. Bazen tarihçi, bazen sosyolog, bazen filozof oluyor, fakat romanların dünyasında yaratıcı büyük bir yazar olarak karşımıza çıkıyor.

 

Murat Tuncel’in romanlarında felsefi temel ve edebi üslup

Murat Tuncel’in tarihsel roman tarzına getirdiği başka önemli bir yenilik romanlarındaki felsefi dünya görüşünün tutarlılığı ve sağlamlığıdır. Tuncel’in kendi dünyasında ve kaleme aldığı, estetiğin kurallarına titizlikle uyarak yansıttığı roman dünyasında ırkçılığa, milliyetçiliğe, başka halklara ve uluslara karşı kışkırtıcılığa, kin ve nefrete yer yoktur. Murat Tuncel kaleminin mürekkebini dostluk, barış ve sevgi denizlerinden dolduruyor.

Murat Tuncel tarihsel romanlarında zoru başarıyor; zaman ve mekân bağlantısını, mutlak ile göreli ilişkisini tarihi akışının içine girerek ve hayatın ince ayrıntılarına inerek kavrıyor, sentezliyor ve yazıyor. Bu nedenle Murat Tuncel’in romanlardaki benzetmeleri canlı, tasvirleri zengin, doğal ve toplamsal çevre çok boyutludur.

Murat Tuncel’in kaleminin ucu sivridir, fakat sivri uçlu kalem kılıç değildir. O savaşları anlatırken bile kalemini kılıç olarak kullanmıyor. Ve bize “ölüme gitmenin,” kolay olmadığını her an anımsatıyor.

Tuncel’in romanlarındaki anlatı dili kışkırtıcı, okuyucunun kafasını ırkçı, milliyetçi söylemlerle, düşüncelerle dolduran bir dil değildir. Üslubu akıcıdır. Cümle yapıları genellikle kurallı cümledir. Yerine göre Türk Edebiyatı’nın destan anlatımındaki cümle yapılarını, yerine göre masal anlatım tarzlarını, yerine göre de düzeyli öykülemeyi ustalıkla kullanıyor.

Murat Tuncel’in roman dünyasında Türkçe’nin ses bayrağı sakin, kendine güvenli ve asil bir şekilde dalgalanıyor! Öz ve biçim, gerçeklikle dil birbirine çok güzel uyuyor. Bu estetik uyum, Murat’ın romanlarının albenisini artırıyor. Bu nedenle, her biri 500-600 sayfa kadar olan seri romanlar okuyucuyu sıkmadan, bıktırmadan ilk cümleden son cümleye kadar kendisini okutuyor. Bunu, her yazar başaramaz. Fakat Murat Tuncel bu zor işi de başaran bir yazarımız.

 “Osmanlılar” seri romanlarındaki halklar, milletler, devletler

Murat Tuncel, bu romanlarında  Osmanlı İmparatorluğu’nun 500 yıllık bir dönemini canlı bir şekilde gözler önüne seriyor. 500 yıllık bir tarih dünyası içinde sadece Osmanlılar, Türkler, Müslümanlar değil, Osmanlı İmparatorluğu’nu meydana getiren, Anadolu ve Rumeli coğrafyasında; üç kıtada Asya, Avrupa ve Afrika’da yaşamış olan halklar, milletler, dinlerin hepsi kendine yer bulmuş.

Murat Tuncel, sadece Osmanlı İmparatorluğu’nu meydana getiren halkları, milletleri değil, 500 yıllık tarih dünyasında Osmanlı İmparatorluğu ile ilişkisi olmuş tüm halkları, milletleri de çok iyi tanıyor, tanımlıyor ve anlatıyor. Bu nedenle “Osmanlılar” seri romanları sadece Osmanlıların tarihsel romanı değil, 500 yıllık bir tarih dünyasının çok renkli, çok sesli, çok kapsamlı ve çok yönlü romanlarıdır.

Murat Tuncel ile 1992 yılında Fakir Baykurt’un yönetiminde çalışan Kuzey Ren Vestfalya Türkiyeli Yazarlar Grubu’nda tanışmıştım. 28 yıldan beri edebiyat dostluğumuz devam ediyor. Altı yıldan beri Avrupa Türkiyeli Yazarlar Girişimi’nde beraberiz. Gönüllü, içten, candan, yaratıcı dostluğumuz ve gönüldaşlığımız  yaşadığımız sürece de devam edecektir.  Murat’ın eserlerinden kendi eserlerim gibi zevk alıyorum ve başarılarından gurur duyuyorum. Sevgili Murat Tuncel, kalemine, yüreğine, aklına, fikrine sağlık!

Murat Tuncel ile “Osmanlılar” üst başlıklı, altı ciltlik

nehir romanları hakkında söyleşi

Osmanlı İmparatorluğu’nun 1350-1850 yılları arasındaki 500 yıllık zamanının tarihi olaylarını, sosyolojik değişimlerini işleyen, işlenen zamanın öncesi Osmanlı coğrafyasında yaşanmış mitolojik öykülere göndermeler yapan   “Osmanlılar” üst başlıklı ve altı nehir romandan oluşan tarihi romanlar serisi hakkında Yazar Murat Tuncel’e sorduğum sorulara aldığım cevapları sizlerle paylaşıyorum. 

Sevgili Murat Tuncel, Osmanlılar seri romanlarının hazırlığına  ne zaman başladın?

“Osmanlılar” roman serisinin çalışmalarına 2000’de, yani Milenyum’un başladığı tarihte başladım. Bunun iki nedeni vardı birincisi, belli bir tarih diliminde bir başlangıç olsun, ikincisi de o yıllarda yazdığım “İnanna” romanımı yazarken yaptığım araştırmaların bana tarihi konulardaki zenginliği işaret etmesiydi. Örneğin Azra Erhat’ın, “Eğer biz bu topraklar üzerindeki taşları dillendirebilirsek dünya bizi daha iyi tanır,” diye bir cümlesi vardır. İşte bu cümle bile bir başlangıç sayılabilir.

Birinci ve ikinci kitap arasında 7 yıl var. Neden bu kadar uzadı?

Bu iki romanın yayınlanışı arasındaki uzun yedi yıl, benden kaynaklanmayan bir yedi yıl. O zamanlar çalıştığım ajans, Alfa Yayınevi’ne kitapların hepsinin yayınlanması için yayın anlaşmasını yapmıştı. Fakat yayınevinin yayın politikası editör değişimiyle değişiyormuş, benim kitaplarımın yayın anlaşmasını yapan ve inançla kitapların basımı için ısrarcı olan editör Rana Alpöz değişince kitapların yayını bir süre sürüncemede kaldı. Yedi yıl sonra Elfene Dünya Yayıncılık ile anlaştık ve ikinci kitap yayınlandı. Üçüncü kitap da şu anda yayına hazırlanıyor. Altı aylık periyodlar içinde altı kitap tamamlanacak.

Daha önceki romanlarınla Osmanlılar arasındaki farklar nelerdir?

Önceki romanlarım kendime özgü kurgularımla yazılmıştı. Konu, karakter yaratımı, betimleme özgürlüğü benim elimdeydi, ama “Osmanlılar” serisindeki romanların konusu da karakterleri de, geçtiği yerler de belli ve bilinen objeler. O nedenle burada daha çok dikkat etmek zorunluluğum vardı, çünkü bilinen olaylar ve kabullenilmiş karakterler için yanlış bir şey yapmam söz konusu olamazdı.

Yanlış yapmamak ve kendi üslubunuza göre yazabilmek için de hem çok dikkatli olmak hem de çok araştırmak zorundasınız. Kimseyi incitme hakınız olmadığı gibi okuyucunuza beğendirme zorunluluğunuz da var. O nedenle tarihi roman hayli riskli bir tür. Çok çalışma, sorumluluk duygusu, ince estetik hesaplar isteyen bu çalışmalar ayrıca sizin çok disiplinli çalışmanızı gerektiriyor ve bütün zamanlarınızı istiyor.

Kurgu roman ile tarihi roman arasındaki farklar nelerdir?

Yukarıda belirttiğim gibi kurgunun her şeyini yaratan sizsiniz, ama tarihi romanda her şey bellidir, siz sadece onu öyküleme tadıyla nasıl verebilirim sorusunu düşünebilirsiniz.  Kurgu romanlarda, Hollandalı yazar Hary Mulsch’in dediği gibi, “Romanın tanrısı sizsiniz,” ama tarihi romanda yaratılmış ve yaşanmış olay ve kişilere ancak kendi stilinize göre şekil verebiliyorsunuz.

“Osmanlılar”ı yazarken en çok nelere dikkat ettiniz?

Konuyla ilgili herkes tarafından bilinen karakterleri gerçek yönleriyle ve çevresiyle vermeye, konuların birden çok kaynaktaki karşılaştırmasını yapmaya, olayların geçtiği -örneğin savaş alanları- yerleri bizzat gidip görerek gerçekçi betimlemesini yazabilmeye, zamanın sosyolojik haritasına dikkat ederek dönemin olaylarına panoramik bakarak olayları zenginleştirmeye dikkat ettim.

“Osmanlılar”ı yazarken en çok nerelerde zorlanıyorsun?

Bu romanları yazarken zorlandığım en önemli olgu bilgi kirliliği. İnsanlar gerçek araştırmaları inceleyeceği yerde kulaktan dolma bilgilerle bazı olayları tahlil etmişler. Hatta kitap halinde yayınlamışlar. Bilim insanlarının tezlerinde bile bazı çelişkilerle karşılaşıyorsunuz. O zaman üzerinde çalıştığın olayın doğruluğunu bulmak zor oluyor. Onu bulmak için de ekstra zaman harcayarak işin doğrusunu bulman gerekiyor. Ben de bunu çözebilmek için çeşitli kaynaklardan yararlanarak çalışıyorum, hatta kaynağa ulaşmak için inceleme gezileri yapıyorum. Örneğin bir kaleyi görmek, bir savaş alanının nerede olduğunu tespit edebilmek gibi.

Sevgili Murat, verdiğin cevaplar için çok teşekkür ederim. Kalemine, yüreğine, aklına sağlık!

“Osmanlılar” romanına gösterdiğin ilgi için ben de sana çok teşekkür ederim Sevgili Kemal!

Den Haag, 14 Şubat 2020                                 Murat Tuncel