EdebiyatKitap Tanıtımı

HÜSEYİN CAN: Dersim’de siyaset başlayan, İsviçre’de siyasete atılan, milletvekili adayı olan gerçekçi bir yazar

HÜSEYİN CAN 1988 yılından beri İsviçre’de yaşayan Can, 2007 seçimlerinde, İsviçre İşçi Partisi’nden İsviçre Ulusal Parlamentosuna milletvekili adayı oldu. İsviçre’de çeşitli gazete ve dergilerde yazı kurulu üyeliği ve köşe yazarlığı yaptı. Hüseyin Can şiir, öykü, roman olmak üzere toplam yedi kitap yayımlandı. Dünya Yazarlar Birliği (PEN) üyesidir.

Yazar Hüseyin Can 1960 yılında Dersim’in Pülümür ilçesi, Üçdam köyünde dünyaya geldi. Her Dersimli gibi siyasi mücadelenin içinde yer aldı.  Düşüncelerinden  dolayı yargılandı. 24 yaşına kadar Dersim’de yaşadı. 24 yaşında Türkiye’yi terk etmek zorunda kaldı. 1988 yılında İsviçre’nin  Zürih şehrine iltica etti. Çok çalıştı. Pülümür’de ilkokulu bitirebilmişti. İsviçre’de eğitimine devam etti. Almanca öğrendi. Dünyaya Kürtçe, Türkçe ve Almanca dili ile bakmaya ve yazmaya başladı. Gazetecilik kursunu bitirdi. Gazeteci oldu. 3,5 yıl okuma grubunda yer aldı. Bir yıl Prof. Dr.  Melek Göregenli bir yıl çevre ve toplum psikolojisi ders aldı. Şu anda Özgür Üniversite’de dijital eğitim görmektedir.

Hüseyin Can ilkokul yıllarında.

Hüseyin Can’ın 61 yıllık hayatı çok maceralı geçti. Yaşadıkları onu olgunlaştırdı, zenginleştirdi. Dersim’in dağlarıyla İsviçre’nin dağları birbirine benzer. Dersim’in insanlarıyla İsviçre’nin insanları da birbirine benzer. Keşke İsviçre’deki toplumsal hayat, İsviçre’deki özgürlükler Dersim’de de olabilseydi. Hüseyin Can İsviçre’de yaşıyor, fakat kalbinin yarısı Dersim’de, yarısı Zürih’te atıyor. Kitaplarında, şiirlerinde dostluk, sevgi, barış, insan hakları, barış kültürü, sağlıklı bir toplum ve çevre konularını kaleme alıyor.

Türkiye’den Avrupa’ya işçi göçünün 60 yılı vesilesiyle Hüseyin Can ile uzun bir söyleşi yaptım.  Bu söyleşiyi okuyunca Hüseyin Can’ı daha iyi anlayabiliyoruz.  Burada aynen yayınlıyorum.

HÜSEYİN CAN İLE SÖYLEŞİ

Kemal Yalçın: Sevgili Hüseyin Can neden ve ne zaman yazmaya başladınız?

Hüseyin Can: Doğrusunu sorarsanız okumaya, yazmaya hep ilgi duyardım. Maalesef Türkiye’de kitap yazmak için koşullar oluşmadı. Yurtdışına çıkmakla mevcut koşullar oluştu. İsviçre’de yazmaya başladım. 1988’den beri şiir yazıyorum. Akabinde çeşitli gazete ve dergilere sosyal, kültürel, özellikle göç ile ilgili düzenli olarak makaleler ve şiirler yazdım.  Bazı gazete ve dergilerde yazı kurulu üyeliği ve köşe yazarlığı yaptım. Haberler, röportajlar ve muhabirlik yaptım. Keza gazetecilik kursu aldım.

Göçle ilgili başka ne gibi çalışmalarınız oldu?

Bir dönem iltica kamplarıyla iletişim içerisindeydim. Gelen sığınmacılara yardımcı oluyordum. Geliş sebeplerine kafa yoruyordum. Sendikaların, iltica komitelerin, sivil toplum kuruluşların göç ile ilgili çalışmalarında yer aldım. Bununla da yetinmedim. Türkiye’den gelen göçü mercek altına aldım. “İsviçre’de Türkileri Göçmenler” adlı ilk kitabımda, göçü bütün boyutlarıyla ve istatistik verileriyle yayınladım.  Ayrıca 2007 yılında göçmenlerin sorunlarını parlamentoya taşımak babında milletvekili adayı oldum. Faydalı bir seçim kampanyası yürüttük.

 

Bugüne kadar kaç kitabınız yayınladı? İsimleri nelerdir?

Biraz önce de söylediğim gibi ilk kitabım göç ile ilgilidir. Yani sosyolojik bir çalışma içermektedir. Şiir, öykü, roman olmak üzere, toplam yedi kitap yayınladım.  Kitaplarımın isimleri şunlardır:

“İsviçre’de Türkiyeli Göçmenler”

“Kardeş Halkların Nazlı Çocukları”

“Aşkımı Irmaklara Anlattım”

“Meri Keklik Öyküleri”

“Bu Aşk Bitmez”

“Sevenlere Ayrılık Yakışmıyor”

“Kırık Sandal”

12 Eylül 1980 döneminin edebiyata yansıması nasıl oldu?

12 Eylül Askeri Darbesi her alanda olduğu gibi edebiyat alanında büyük bir yıkıma sebep oldu. Ülkemize karanlığı dayattı. Cezaevleri edebiyatçılarla, aydın yazarlarla, şairlerle, editörlerle, gazetecilerle, entelektüellerle doldu. Yayınevleri, matbaalar, kütüphaneler kapatıldı. Kültür, sanat gergi ve gazetelerin yayın hayatına son verildi. Mizah, ironi suç sayıldı, yasaklandı. Yani gülmeyi yasakladılar.

Askeri cunta tarafından kamyonlarca kitap imha edildi. Kitap bulundurmak suç sayıldı. Yasaklar kara bir bulut gibi ülkemizin semalarını kapladı. Edebiyatçıların hareket alanları daraldı. Gelinen aşamada dünya kitap okuma sıralanmasında vahim bir noktadayız ülke olarak. Japonya’da bir kişi yılda ortalama 25, Fransa’da yedi kitap okurken, Türkiye’de 6 kişiye bir kitap düşüyor. Okuma kültürün sıfırlandığı bir ülkede kardeş kavgası kaçınılmazdır. Suç örgütlerin racon kesmesi kaçınılmazdır. Sürgün, göç ve ırkçılığın boy göstermesi kaçınılmazdır. Okumayan bir toplum, totaliter rejimlerin, kör inançların esiri olmaktan kurtulmaz. Totaliter rejimler ise saltanatlarını korumak için her türlü kötülüğü yapacaklarını unutmayalım!

 

12 Eylül 1980 döneminin sizin yazarlık hayatındaki yeri, etkisi nelerdir?

12 Eylül 1980 döneminde yazar değildim ama büyük sıkıntılar yaşadım. Günlük tutuyordum. Evde yapılan bir arama sırasında dakikalarca günlüğümü incelediler. Zaten darbe olduktan sonra günlük yazmayı da durdurmuştum. Bu koşullarda rahat yazamazsın, rahat okuyamazsın. Yazmaya başladığımda, her edebiyatçı gibi darbenin neden olduğu toplumsal hasarı açık bir biçimde yazdım. 12 Eylül 1980 dönemini şiirlerimle, öykülerimle anlattım. Makaleler yazdım. 12 Eylül sonrası, kültür, sanat, edebiyatta büyük bir çölleşme yaşandı. Tabiatıyla çölleri yeşertmek gerekiyordu. Sanıyorum üzerime düşeni yaptım.

Edebiyatın hangi alanında yazıyorsunuz?

Edebiyatın üç ana disiplini olan; şiir, roman ve öykü yazıyorum. Büyük bir alandır. Edebiyat halklar arası bir köprüdür. Bu köprülerin çakılı, betonu olmak istiyorum. 12 Eylül Askeri Darbesi mevcut köprüleri yıktı. Bir daha bu köprülerin yıkılmaması için edebiyatçılarımız cesur olmalılar. Edebiyatçılar köprüleri yıktırmamalıdırlar. Edebiyatçılar, hasar görmüş köprüleri onarmak, yıkılanları yeniden inşa etmekle mükelleftirler.

Sürgün hayatınız ne zaman başladı?

Sürgün hayatım 1988 yılında başladı. İnsan Hakları, demokrasi gibi evrensel değerleri savunmak sürgün gerekçesi oldu. Yani Türkiye halkları olarak birlikte yaşamamızı arzuladığımdan ötürü sürgün edildim.

Sürgünde Alevi, Kürt yazar olmak nasıl bir duygu?

Her şeyden önce sürgün sözcük itibariyle trajediyi çağrıştırır. Alevi ve Kürt olmak iki kat trajedi yaşıyorsun demektir. Sırt çantam acılarla doludur. Çözülmeyen Alevi ve Kürt sorunundan ötürü, Türk kardeşlerimizle istediğim diyalog kurmakta zorlanıyorum. Aslında halklar arasında sıkıntı yoktur. Sistem halkları ayrıştırıyor, birbirine boğazlatıyor. Mesela konsolosluklar bu ayrımcılığı Avrupa ülkelerinde de bile yapıyorlar. Gazetecilikle, yazarlıkla alakası olmayan ırkçı gazeteci ve yazarlar konsoloslukları ofis gibi kullanıyorlar.

Göçmenlerin sorunlarıyla birebir ilgilenen çok donanımlı, başarılı Alevi, Kürt gazeteciler, yazarlar ve sivil toplum kurum temsilcileri, konsolosluklar tarafından kabul görülmüyorlar.  Ayrıca ben çok kimlikli bir insanım. Sosyalist düşünceleri benimseyen biriyim. Sosyalist kimliğim gereği mazlumların, mağdurların ezilenlerin, sömürülenlerin yanında yer almaktayım. Bu kimliğim zenginlik olarak görülmesi gerekirken sürgün gerekçesi oluyor. Dünya Yazarlar Birliği (PEN) üyesiyim. 2007 İsviçre Ulusal Parlamento milletvekili adayı olmuşum, gazetecilik yapmışım ama halen konsolosluklar nezdinde bölücü ve öteki olarak görülüyorum. Ülkeye gidemiyorum.

Kitaplarınız Türkiye’de mi yoksa yurtdışında mı yayınlanıyor?

Kitaplarımı İstanbul’da, Ozan Yayıncılıkta basılıyor. Yani Türkiye’de basılıp dağıtılıyor. Bazı kitaplarım ikinci baskı yaptı. Ancak solcu, Dersimli ve Alevi oluşum, kitapların dağıtılmasında, tanıtımında sıkıntıya neden oluyor.

Türkiye’de yazar olmak ile Avrupa’da olmanın arasında ne gibi bir fark görüyorsunuz?

Hangi coğrafyayı yazıyorsanız o coğrafyanın lisanıyla, terminolojiyle yazmalısınız. Yazdığınız coğrafyanın havasını solumanız sizi başarılı kılacaktır. Zengin eserler ortaya çıkar. Çünkü lisan sürekli kendini yeniliyor, zenginleşiyor. Biz bu zenginliklerden yeteri kadar yararlanmadığımızı, erişemediğimizi düşünüyorum. Mesela Trabzon’u yazıyorsanız, gidip aylarca orada yaşamalısınız. Sokakları dolaşmalısınız. Canlı müzik dinleyip, tiyatro izlemelisiniz. Günlük yaşamın içerisinde olmalısınız ki zengin bir ürün ortaya çıksın. Lakin teknolojinin sunduğu olanakları değerlendiriyorum. Filen Türkiye’de yaşamıyorum ama teknolojinin sundu iletişim imkânlarını kullanarak bu açığı asgariye indirmeye çalışıyorum. İnternet müthiş olanaklar sunuyor. İstediğim bilgiye, coğrafyaya erişimimi sağlıyor.

Yaşadığınız ülkeye alışabildiniz mi?

Çocuklarım buradaki halklarla bütünleşmişler. Avrupalılarla evlenmelerinde, arkadaş, dost olmalarında hiçbir sakınca görmüyorum. Onların uyum sorunu söz konusu değil. Sevdiğim bir ülkedir İsviçre.  Dört resmi ana lisanın konuşulduğu bir ülkenin vatandaşıyım. Kaldığım şehirde Almanca konuşuluyor. İklim, kültür, uyum sıkıntısı yaşamıyorum. Fakat hak gasplarına, yanlış politikalara karşı mücadelem sürecektir. Halkların kardeşliğine inanan biri olarak, öldüğümde bu ülkede toprağa verilmeyi istiyorum. Çünkü Avrupa halkını çok seviyorum. Bu halklardan çok şey öğrendim.

Munzur Dağı’na gidemiyorum ama kardeş dağlara, Alp dağlarına çıkıyorum. Munzur Dağı’na olan özlemimi Alplerle gideriyorum. Alplere çıktığımda huzur buluyorum. Anadolu’nun en köklü halkın bir üyesiyim. Vergilerimizi verdik. Yurttaşlık görevlerimizi harfiyen yerine getirmemize rağmen kabul görülmedik. Yüzyıllardan beridir acıyı ekmeğimize katık ettik, tıpkı Ermeni kardeşlerimiz gibi. Dilimiz, kültürümüz yasaklandı, yağmalandı. Kıyıma uğradık. Köklerimizden koparıldık. Sürgün edildik. Buna rağmen Türkiye halklarıyla kardeşçe yaşamayı başaracağız.

Avrupa’nın bu küçük, narin ülkesinde hayata tutunuyorum. Bütün haklardan yararlanıyorum. Yazdıklarımdan dolayı yargılanmıyorum. Ana lisanımdan şarkı söylediğimde rahatsız edilmiyorum. Kültürümden, lisanımdan, yaşam tarzımdan dolayı aşağılanmıyorum. Tam tersine zenginlik olarak kabul ediliyor. Yasalar karşısında herkes eşittir.

Nasıl bir ülke ve dünya istiyorsun?

Sömürünün, savaşların, adaletsizliklerin, yoksulluğun, yasakların, sürgünlerin, işkencenin, sınırların olamadığı, cinsel tercilerinden ötürü dışlanmadığı, kadın cinayetlerin olmadığı, çocukların ağlamadığı, silah endüstrinin olmadığı bir dünya arzuluyor. Bir edebiyat emekçisi olarak dünya halklarıyla birlikte yaşamak gibi sorumluluğum vardır. Bu sorumluğumu ürettiğim edebiyat ürünleriyle anlatmaya çalışacağım.

Son sözlerinizi alabilir miyim?

Gerçekleştirdiğiniz bu mülakattan ötürü teşekkür ederim Kemal Hocam. Yazınsal çalışmalarınızı hayranlıkla izliyorum. İhtiyaç duyduğumuz eserler üretiyorsunuz. Esenlikler dilerim.

Ben teşekkür ederim Hüseyin Can. Edebiyat yolculuğunuzda başarılar dilerim. Nice eserlere…

Kemal Yalçın, Bochum,

Hüseyin Can, Zürih, 5.6.2021