Eğitim

Nasıl Bir Eğitim?

Türk Milli Eğitim Sisteminin günümüzdeki durumu meydanda. Okul öncesi eğitimden üniversite ve yüksek okullara kadar her alanda ciddi sorunlar yaşanıyor. Eğitim alanında bölgesel farklar giderek büyüyor. Gelir gruplarına göre, öğrenciler arasında fırsat eşitsizliği giderek derinleşiyor. Bir mesleği, güvenli bir işi olmayan lise, üniversite ve yüksek okul mezunu yüzbinlerce gencin enerjisi boşa gidiyor; en verimli çağları heba oluyor, yetenekleri köreliyor. Kendine, toplumuna, yarınına güvensizlik ve umutsuzluk gençler arasında giderek yayılıyor.

2003 Uluslararası Öğrenci Başarısını Belirleme Programı’na (PISA) katılan Türkiye, 15 yaş grubundan öğrencilerin aldığı başarı puanları bakınımdan 29 OECD ülkesi arasında 28. sırada yer almıştır.

Türkiye Cumhuriyeti Milli Eğitim Bakanlığı, “PISA Projesi’ne Türkiye’nin Katılımı ve Sonuçları” hakkında yayınladığı basın bildirisinde; “Türk Eğitim Sistemi ne yazık ki dünyadaki bilimsel ve ekonomik gerçeklere duyarlı bir yapı taşımamaktadır.” açıklamasını yapmıştı.

Türkiye’deki eğitimin, bilimsel, sanatsal üretimin durumunu özetleyebilmek için bazı gerçeklerin daha altını çimek gerekiyor:

2004 yılında çeşitli verilere göre yapılan değerlendirmede Türkiye üniversitelerinden hiçbiri dünyanın en iyi 500 üniversitesi arasına girememiştir.

Türkiye üniversiteleri, sayılarına oranla yeterli bilim üretimi yapamamaktadır.

Türkiye’de henüz “gerçek üniversite” kavramı hayata geçirilememiştir.

Türkiye’deki üniversitelerden çoğunun bilimsel üretim düzeyi, dünyadaki gerçek üniversitelerle karşılaştırıldığında ne yazık ki, yüksek okul seviyesinin bile altındadır.

Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan beri, tek bir Türk bilimcisi, yazarı, şairi Nobel Ödülü kazanamadı. Yaptığı buluşlarla, kurduğu felsefi sistemlerle insanlığın özgürlük ve refaha doğru ilerlemesine katkıda bulunmuş; dünya bilim, felsefe, sanat tarihine adını yazdırmış bir Türk Einstein’ı, bir Türk Hegel’i, bir Türk Marx’ı, bir Türk Picasso’su yok.

Oysa Anadolu toprağı, ilkçağlarda bilimin, felsefenin, sanatın dünyada doğup geliştiği bereketli bir topraktı.

 

Gerçek anlamda felsefe, Milet Okulu ile ve bu okulun öncülerinden Thales ile başlar. Milet, günümüzdeki Söke ovasının ortasındaki Milet’tir. Ne yazık ki, Milet harabelerinin dibindeki pamuk tarlalarında çalışan insanlardan çoğunun ne Thales’ten, ne Milet’ten, ne de felsefi düşünceden haberi yoktur.

Efes, Bergama, Afrodias gibi tarihin bağrına gömülmüş bilim, kültür, felsefe, sanat merkezlerini bin yıldan beri neden canlandıramadık? Toprak aynı toprak, güneş aynı güneş; değişen bu toprakların üzerinde yaşayan insanlar, halklar, uluslar ve devletler.

Değişen dünya ve zaman…

Efesli Herakleitos, “Akan bir nehirde aynı yerden aynı suya iki sefer girilmez!” demişti.

Oysa gerek Osmanlı İmparatorluğu’nda, gerek Türkiye Cumhuriyeti’nde tutucu, gerici yöneticiler, siyasal iktidarlar özgürlüğe, aydınlanmaya, bilime doğru akan nehirleri durdurmaya, tersine akıtmaya çalıştılar. Eğitimi, toplumsal ilerlemenin engeli haline gelmiş iktidarlarını sürdürebilmelerinin aracı haline getirdiler. Özgür bireyler yerine, şartlanmış kullar yetiştirmeyi amaç haline getirdiler.

Osmanlı, altı yüz yıllık ömründe köklü bir bilim geleneği, sanat ve felsefe geleneği yaratamadı. 82 yıllık Cumhuriyet de henüz özgür düşünme, gerçek bir bilim, sanat, felsefenin yeşerdiği bilimsel bir eğitim geleneği yaratamadı.

Son yüz yılın eğitim tarihini incelediğimizde, çok sayıda eğitim programının denendiği görülebilir. Öğretmen yetiştirme gibi çok önemli bir alan deneme bahçesine döndürülmüştür.

Sadece liselerin çeşitlerine bakmak bile yeterli: Normal lise, süper lise, anadolu lisesi, imam hatip lisesi, öğretmen lisesi, meslek lisesi vb. Bu kadar lise çeşidi başka bir ülkede görülmez. Lise yani Gymnasium öğrencileri üniversite eğitimine hazırlayan, az  sayıda seçkin öğrencinin gidebildiği, üç dört yabancı dilin öğretildiği zor ve yoğun öğretim yapılan okuldur. Gymnasium dışındaki okullar genel olarak meslek eğitimi verirler.

Türkiye’de ise, çeşit çeşit liseler öğrencileri üniversite ve yüksek okullara hazırlamaya yetmiyor. Devletin resmi okulları yanında binlerce özel dersane devlet liselerinde, devlet okullarında okuyan yüzbinlerce öğrenciye paralı eğitim veriyor. Birçok öğrenci özel dersanelere devlet okullarından çok güveniyor.

Sadece Türkiye’deki özel dersanecilik sisteminin varlığı ve yaygınlığı bile, Türk Milli Eğitim Sisteminin birçok yönden işlemediğinin, çöktüğünün somut göstergelerinden biridir.

 

Eğitimin temel ilkeleri:

 

Her ülkenin eğitim sistemi, o ülkenin siyasal, ekonomik, toplumsal sistemine göre şekillenir. Eğitim sistemleri, uygulandığı ülkelerin aynasıdır. Nazi Almanyası’nın eğitim sistemi ırkçı, militarist, kendinden başka her ulusu, her farklı düşünceyi düşman gören ve beyinleri Alman milliyetçiliği ile şartlamayı amaçlayan ilkelere göre biçimlenmişti. Nazi Almanyasında bilimsel, demokratik, barışçı bir eğitim mümkün olamazdı. Faşist Alman eğitim sistemi ile şartlamış olan kafalar İkinci Dünya Savaşı’nın ateşini körükledi ve milyonlarca insanın kanına girdi.

60 yıl önce kayıtsız şartsız teslim olan Nazi Almanyası’nın yıkıntıları üzerine kurulan, Federal Almanya Cumhuriyeti toplum ve insan hayatının her alanında nazizmin etkilerini ve kalıntılarını temizleyebilmek için sabırlı, bilinçli, bilimsel uğraşlar verdi; hala da vermeye devam ediyor. Hala kafalarında nazizmin, Alman milliyetçiliğinin çeşitli mikroplarını taşıyanlar var.

Nazi Almanyasının bilimsel inkarı temelinde oluşturulan 23.5.1949 tarihinde kabul edilen Federal Almanya Cumhuriyeti Anayasası’na ve 28.6.1950 tarihinde kabul edilen Kuzey Ren Vestfalya Eyaleti Anayasası’na göre şekillenmiş olan Kuzey Ren Vestfalya Eyaleti Eğitimin Temel İlkeleri şunlardır:

 

Madde 7: Tanrı’ya ve insan onuruna saygılı olmayı, toplumsal düşünüp, toplumsal hareket etmeyi öğretmek, eğitimin öncelikli amaçlarındandır.

Gençlik; insan haklarına saygılı, demokratik, özgür, sabırlı, kişilerin düşüncelerine saygılı, yaşam için gerekli olan her şeyi koruma sorumluluğu taşıyan, halkını ve memleketeni seven, ulusları tanıyan, barışçı düşünceye inanan insanlar olarak yetiştirilmeli ve eğitilmelidir.

 

Bu ilkeler doğrultusunda okul öncesi eğitimden üniversite ve yüksek okullara kadar örgütlenen eğitim sistemi devletin, velilerin, öğrencilerin, öğretmenlerin kararlı, sabırlı, bilinçli, uzun süreli çabalarıyla işlerlik kazanmıştır. Avrupa Birliği üyesi ülkeler, eğitim sistemlerini çok uluslu, çok kültürlü, çok dilli bütünleşmiş Avrupa yaratma  ilkelerine göre şekillendirmişlerdir.

 

Türk Milli Eğitimin Temel İlkeleri

 

Temel ilkeler açısından Türkiye’deki eğitim sistemine baktığımızda önce karşımıza 12 Eylül 1980 darbesi sonrasında oluşturulmuş “12 Eylül Anayasası”na göre şekillenmiş Türk Milli Eğitimin Temel İlkeleri ve Milli Eğitim Temel Kanunu’nda ondört başlık altında toplanmış ilkeler çıkmaktadır.

Türk Milli Eğitim Sisteminin özünü, belkemiğini oluşturan üç ana ilke vardır.

 

Atatürk İnkilap ve İlkeleri ve Atatürk Milliyetçiliği:

Eğitim sistemimizin her derece ve türü ile ilgili ders programlarının hazırlanıp uygulanmasında  ve her türlü eğitim faaliyetlerinde Atatürk inkılap ve ilkeleri ve anayasada ifadesini bulmuş olan Atatürk milliyetçiliği temel olarak alınır. Milli ahlak ve milli kültürün bozulup yozlaşmadan kendimize  has şekilde evrensel kültür içinde korunup geliştirilmesine ve öğretilmesine önem verilir. Milli birlik ve bütünlüğün temel unsurlarından biri olarak Türk dilinin eğitimin her kademesinde, özellikleri bozulmadan ve aşırılığa kaçılmadan öğretilmesine önem verilir; (…)

 

Demokrasi Eğitimi:

Güçlü ve istikrarlı, hür ve demokratik bir toplum düzeninin gerçekleşmesi ve devamı için  yurttaşların sahip olmaları gereken demokrasi bilincinin, yurt yönetimine ait bilgi, anlayış ve davranışlarla sorumluluk duygusunun ve manevi değerlere saygının, her türlü eğitim çalışmalarında öğrencilere kazandırılıp geliştirilmesine çalışılır; ancak, eğitim kurumlarında anayasada ifadesini bulan Atatürk milliyetçiliğine aykırı ve ideolojik telkinler yapılmasına ve bu nitelikteki günlük siyasi olay ve tartışmalara karışılmasına hiçbir şekilde meydan verilmez.

 

Laiklik:

Türk milli eğitiminde laiklik esastır. Din kültürü ve ahlak öğretimi ilköğretim okulları ile lise ve deng iokullarda  okutulan zorunlu dersler arasında yer alır.

 

Bu uzun tanımlamalarla sınırları kesinleştirilen ilkelerin özü tek bir cümleye indirgenebilir: Türk Milli Eğitim sistemi milliyetçidir, anti-demokratiktir ve dincidir. Bu tek cümleye; “Atatürk milliyetçiliği başka milliyetçiliklere benzemez.” diye itiraz edenler olabilir. Siyasal bilimde, milliyetçiliğin Atatürkçüsü ya da Atatürksüzü olamaz. Her milliyetçilik kendisini yüceltir, kendisi gibi olmayanı küçültür. Milliyetçilik ayrımcılığı körükler. Milliyetçilik toplumsal uyumu; çeşitli ırk, renk, dil, kültürdeki vatandaşlar arasında kin ve düşmanlık tohumları eker. Her milliyetçilik, kendi karşıtını körükler ve başka bir milliyetçiliği tetikler.

Milliyetçilik ile yutseverlik iki ayrı siyasal kavram ve iki ayrı bakış açısıdır. Bilimsel bir eğitimin temel ilkesi milliyetçilik değil; barış kültürüne, kendisinden “başka” olan düşüncelere, inançlara, kültürlere saygıyı ve toleransı içeren; “Yurtta barış, dünyada barış” düşüncesini hayata geçiren tutarlı, bilinçli bir yurtseverlik olmalıdır.

 

Demokrasi eğitimine gelince; hem öğrencilere demokrasi bilinci verilecek ama “ideolojik telkinler yapılmasına ve bu nitelikteki günlük siyasi olay ve tartışmalara karışılmasına hiçbir şekilde meydan veril”meyecek! Böyle bir demokrasi anlayışının bilimsel literatürdeki adı anti-demokratikliktir. Toplumun her alanında, aileden devletin kendisine kadar demokratik kurullar hayata geçirilmelidir. Kanunlardaki demokrasi kurallarının hayata geçirilmesi sabırlı, bilinçli, tutarlı, uzun bir süreçtir. Demokrasi eğitimi, kadınla erkeğin çocuk yapmaya karar verme aşamasında başlar. Erkek çocuk doğurmadın diye karısını aşağılayan ya da boşayan bir kocanın kafasını aydınlatabilmek için bir kaç fırın daha demokrasi ekmeği yemesi gerekir.

Okullarda demokrasi eğitimi verilirken bilimsel, tarafsız, toleranslı olmak gerekir. Öğrenciler komünizmi de faşizmi de; sağcı düşünürleri de, solcu düşünürleri de; Atatürkçü ideolojiyi de, Marksist ideolojiyi de bilimsel, tarihsel bir tutumla öğrenebilmelidir. Öğrenciler öğrendiği bilimsel bilgileri, günlük olayları anlama ve yorumlamada kavgasız, döğüşsüz ve korkusuz kullanabilmelidir. Öğrenciler kendi ülkesinde ve dünyanın diğer ülkelerinde meydana gelen gelişmeleri çok yönlü, önyargısız anlama ve yorumlama becerisine kavuşturulmalıdır. Korkuyla, şiddetle, zorbalıkla susturulan beyinler sağlıklı düşünemez; mantıklı, tutarlı davranışlar gösteremez. Yasaklarla, tabularla, korkularla çocuk beyni istenilen yönde şartlanabilir. Ama böylesi şartlanmalar, demokrasi eğitimi değildir.

 

Din eğitimine gelince: Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, 24. Maddesi “Herkes vicdan, dini inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir.” diyor. Bu anayasa hükmü tüm Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları için eşit değerde geçerli olmalıdır. Din eğitimi devlet okullarında verilebilir. Devlet din hizmetlerini yerine getirecek din görevlilerini yetiştirmek amacıyla dini meslek okulları açabilir. Bu okullarda dinler ve inançlar arasında ayrımcılık yapmadan, birini yüceltip diğerini alçaltmadan; insanlar arasında barış, huzur ve sevgiyi; birlikte yaşam ve toplumsal uyumu geliştirici, gerçeklere dayanan bir din eğitimi verilebilir.

Din dersleri, velilerin isteklerine bağlı olarak, seçmeli bir ders olmalıdır. İsteyen istediği din yada mezhebin bilgilerinin verildiği seçmeli derslere gönüllü olarak katılabilmelidir. Çocuğuna din eğitimi verilmesini istemeyen velilerin kararı saygıyla karşılanmalıdır.

Bu din eğitimi öğrencilerin konuyu anlamaları ve anladıklarını kendi hayatlarında doğru olarak uygulayabilmaleri için okul dilinde olmalıdır. Yani Türkçe eğitim yapılan bir okulda Arapça dualar ezberletilmemelidir. Fakat imam yetiştiren bir okul sistemi; elbette dini kaynakları birinci elden okuyabilmesi için iyi bir Arapça eğitimi de vermelidir. İyi bir Arapça bilgisi, aynı İngilizce, Fransızca gibi bu öğrenciler için zenginliktir.

Bu açılardan bakıldığında, 20 milyon dolayında Alevi inancında vatandaşın olduğu söylenen Türkiye Cumhuriyeti’nde, okullarda zorunlu Sünnilik dersi vermek inanç özgürlüğüne ters, anti-demokratik bir uygulamadır. Bu tersliklerin önümüzdeki yıllarda ortadan kaldırılacağını umuyorum.

 

 Nasıl bir eğitim?

 

Bu soru bir cümleyle cevaplanabilir: Eğitim ve öğretim, insan beyninin sağlıklı gelişmesini, sağlıklı çalışmasını ve işlevlerini tam olarak yerine getirebilmesini sağlayan nitelikte olmalıdır. Çünkü konuşmanın, görmenin, düşünmenin, akıl yürütmenin, yorumlamanın, duyguların, algıların, hatıraların,  cinsel ve dinsel duygu ve düşüncelerin; sanatsal ve kültürel becerilerin, kısaca insani değerlerin, insani faaliyetlerin mekezi beyindir. İnsanı insanlaştırmak süreci, aslında beyini insanlaştırma sürecidir. Bu insanlaştırma süreci, insanlık var olalıdan beri aralıksız devam ediyor. İnsan beyninin sağlıklı gelişiminin çok yönlü, çok boyutlu şartları vardır. İnsan beyninin yapısı ve işleyişi henüz tam olarak bilinmiyor. Bilim, insan beyninin evrenine yeni yeni giriyor. Ama beyin hakkında bilinenler; eğitim ve beyin konudaki insanlığın bilgi birikimi artık bilimsel bir eğitimin nasıl olması gerektiğini anlamamıza ve anladıklarımızı uygulayabilmemize yeterli imkanlar veriyor.

Eğitim, bilimsel ve demokratik olmalıdır. Bilimsel ve demokratik bir eğitimin temel şartı ise; demokrasinin, düşünme ve düşünce özgürlüğünün tam olarak hayata geçirilmesidir. İnsanların ve toplumların özgürleşme süreci, eğitimin de bilimselleşme ve özgürleşme süreci olacaktır. Bu temel şartları var sayarak, bilimsel bir eğitimi gerçekleştirebilecek adımları belirtmek istiyorum:

 

–         Türkiye Eğitim Sistemi Temel İlkeri, bilimin ve eğitim tarihinin ışığında yeniden belirlenmeli. Yurtseverlik, özgürlük, insan sevgisi, barış kültürü bu ilkelin arasında yer almalı.

–         Türkiye eğitim tarihi titizlikle incelenmeli; günümüze kadar denenmiş, uygulanmış eğitim ve öğretimin olumlu ve olumsuz yönleri ortaya çıkarılmalı.

–         Eğitim alanında ilerlemeler göstermiş ülkelerin olumlu örnekleri incelenmeli, Türkiye koşullarına uyan yönleri alınmalı.

–         İnsan beyninin sağlıklı çalışmasını engelleyen her türlü şartlama yöntemlerine son verilmeli.

–         Edebiyat derslerinde Anadolu kültür hazinesini meydana getiren tüm edebi değerlere yer verilmeli. Öğrencilere medeniyetler beşiği olan Anadolu’nun on bin yıllık kültür ve sanat birikiminin mirasçısı ve bu mirasın geliştiricisi olma bilinci kazandırılmalıdır.

–         Tarih dersleri, nesnel bilgilere dayanmalıdır. Öğrencilerde tarih bilinci kazandırılmalıdır. Tarih, bugünü doğru anlayıp, yarını doğru kurabilmek için geçmişi doğru ve nesnel kavrama imkanı veren bir ders olabilmelidir.

–         Bütün ders kitapları yeniden yazılmalı; özellikle edebiyat, tarih kitaplarındaki başka halkları, başka kültürleri aşağılayıcı yönler ayıklanmalı. Ders kitapları, içeriğiyle, biçimiyle, baskı tekniğiyle, renk estetiğiyle vb. yenilenmeli.

–         Öğretmen yetiştirme sistemi temelden yenilenmeli.

–         Öğretmen, öğrenci ve velilere eğitimin örgütlenmesinde ve yürütülmesinde söz hakkı verilmelidir. Öğretmen, öğrenci ve velilerin örgütlenme hakkı güvenceye alınmalıdır.

–         Resim, heykel, müzik eğimine önem verilmelidir.

–         Özel-paralı-dersaneci eğitime gerek bırakmayacak bir sistem geliştirmelidir.

–         Öğretmen başına düşen öğrenci sayısı çağdaş eğitim bilimin ölçütlerine uygun olmalı. Sınıflardaki öğrenci sayısı; ilkokullarda 20, orta öğretimde 30 dolayında olmalı. Öğlenci-sabahçı öğretime son verilmeli, tamgün eğitim uygulamasına geçilmelidir. Bunun için yeterli sayıda öğretmen atanmalı ve yeni derslikler inşa edilmelidir. Türkiye bu eğitim yatırımlarını gerçekleştirecek kadar zengindir. Son iki yılda genel bütçeden eğitime ayrılan paraların silahlanmaya ayrılandan çok olması olumlu bir gelişmedir.

–         Okullardaki yabancı dil eğitimi her yönden değiştirilmeli. Liseyi bitiren her öğrenci en az iki dili doğru olarak yazıp konuşabilmeli.

–         Din dersleri seçmeli olmalı ve Türkiye’deki her din ve inançtan öğrencilerin arasında ayrım yapılmamalı.

–         Resmi okul dilinin yanında, isteyen öğrencilere anadil eğitimi olanağı verilmelidir. Çok dillilik yada iki dillilik insan beyninin işleyişi ve Türkiye’deki kültür dünyasının gelişimi bakımından zenginliktir.

–         Üniversiteler adına uygun bilim merkezleri, bilim üretilen kurumlar haline gelebilmeli. Yurtdışına beyin göçü zorlamayla değil; bilim adamlarına, bilim kadınlarına bilim yapabilmek için gerekli olanaklar sağlanarak azaltılabilmelidir.

–         Türkiye bilim ve kültür alanında kendi içine kapanmamalıdır. Türkiye dışındaki Türk bilim adamları ve bilim kadınları yaşadıkları ülkelerin üniversitelerinde dünya çapındaki buluşlara imza atabiliyorlar. Türkiye içinde de bilimsel yaratıcılık ve üretkenliği artıracak olanaklar sağlamalıdır.

 

     Sonuç:

 

Ülkeler artık nüfus sayılarından, yüz ölçümlerinden çok, yetiştirdikleri büyük yazarlar, şairler; insanlığın bilgi hazinesine katkıda bulunan büyük bilimciler, araştırmacılar, kaşiflerle, filozoflarla anılıyor. Dünya giderek küçülüyor. Bilim, sanat, kültür, ekonomi, demokrasi, özgürlükler ve insanlaşma yönünden ülkeler büyüyor yada zayıflıyor. Anadolu medeniyetlerinin miraşçısı olan Türkiye, bilimsel bir eğitimle bu mirası geliştirebilir; dünya bilim, sanat, felsefe ve kültür birikimine daha çok katkıda bulunabilir. Bilimle gidilen yolun sonu aydınlıktır. Türkiye’ye yakışan da karanlık değil aydınlıktır.

 

Bochum, 15 Mayıs 2005                                                        Kemal Yalçın