Eğitim

Ayasofya, yeşil bayrak ve kılıç

 

24 Temmuz, Cuma günü, Ayasofya’nın camileştirilmesi Türkiye’de yeni bir dönemin gösterisi oldu. Cumhuriyet tarihinde ilk kez Diyanet İşleri Başkanı Erbaş, elinde Osmanlı kılıcıyla, yeşil hilafet bayrağı altında, Cumhurbaşkanının önünde hutbe okudu. Mimbere ay yıldızlı kırmızı Cumhuriyet Bayrağı yerine yeşil hilafet bayrağı asılması, ele kalem yerine kılıç alınması, Mustafa Kemal Atatürk’ün adının ağza alınmaması ve dolaylı ifadelerle eleştirilmesi önümüzdeki dönemin siyasi karakterinin sembollerle ve sözlerle anlatımıdır.

“Kılıç” fetihçiliğin, “kılıç hakkı” anlayışının, yeşil bayrak ise hilafetin, üç kıtada hâkim olan Osmanlı İmparatorluğunun sembolü idi. Ayasofya’da mimbere kılıçla çıkmanın, “Ayasofya kılıç hakkı olarak bizimdir!” demek olduğunu herkes bilir.

Osmanlı İmparatorluğu fetihçi, hilafetçi, mutlakiyetçi bir devletti. Fetihçi çağlarda kılıç askeri ve siyasi iktidarın sembolü idi. Fakat çağ ve dünya çoktan değişti. Zaman o zaman değil artık! Son iki yüz yılda dünyada kalem kılıcın yerini aldı.  Kalemin kılıçtan güçlü olduğunu dünya çoktan anladı.

Osmanlı devlet geleneğinde padişah hiçbir zaman kürsüye çıkıp, halkın önünde konuşmazdı. Padişah geride oturur, onun yerine yeşil bayrak, hilafet sancağı altında, elinde Osmanlı kılıcıyla baş vezir konuşurdu.

Türkiye Cumhuriyeti’nin devlet geleneğinde yeşil hilafet bayrağı ya da hilafet sancağı altında, elde kılıçla konuşmak, hutbe okumak kaldırılmış, yerine Türk bayrağı altında konuşmak devlet geleneği olmuştur. Başkomutan Mustafa Kemal, hilafeti kaldırmış, hiçbir zaman eline kılıç alıp kürsüye çıkmamış ve yeşil bayrak altında konuşmamıştır.

1930’lu yıllarda Avrupa’da ırkçılık, militarizm yükselirken, Türkiye’nin etrafını ateş sarmışken Mustafa Kemal “Yurtta sulh, cihanda sulh!” diyerek Türkiye’nin izleyeceği yol haritasını çizmişti. Diyanet İşleri Başkanı Erbaş’ın elde kılıçla hutbe okuması, “Yurtta sulh, cihanda sulh!” anlayışından uzaklaşmanın, yeni Osmanlıcılık ve yeni fetihçilik anlayışının dünyaya ilanıdır.

Neden 24 Temmuz? Başka bir gün olamaz mıydı?

Ayasofya’nın bir bölümünde zaten uzun zamandan beri namaz kılınıyordu. Ayasofya’ya döşenecek halılar Danıştay kararından çok önce, Haziran 2020 başında ısmarlanmıştı. Demek ki Danıştay kararından önce siyasi karar verilmişti. Ayasofya’nın camiye çevrilmesi en ince ayrıntısına kadar önceden planlanmıştı.

Tarih 1 Ağustos ya da 8 Ağustos da olabilirdi. 24 Temmuz 2020 tarihi bilerek, geçmişten intikam almak amacıyla özel olarak seçilmişti. Çünkü 24 Temmuz 1924, Lozan şehrinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesinin ve temel değerlerinin dünya önünde kabul edildiği bir tarihtir. Çünkü 24 Temmuz 1924 Türkiye Cumhuriyeti’nin hilafetçi, şeriatçı, fetihçi ve mutlakiyetçi bir devlet değil, insan hak ve özgürlüklerine, faklı din ve inançlara, farklı milliyetlere saygılı çağdaş, barışçı bir devlet olacağının dünyaya ilan edildiği bir gündür.

Diyanet İşleri Başkanı Ayasofya’da okuduğu hutbeyi, yeni dönemin siyasi bildirgesini Süleymaniye Camisi’nde ya da başka bir tarihi camide ve başka bir cuma günü okuyabilirdi. Fakat Süleymaniye Camisi ya da başka büyük bir cami, başka bir tarih içeriye ve dışarıya verilmek istenen mesaja uygun değildi. Çünkü Ayasofya fetihçiliğin sembolü idi. Ayrıca Mustafa Kemal Atatürk’ün bilgisi dahilinde 3 Şubat 1932 tarihine denk gelen Kadir Gecesi’nde dünyada ilk kez Ayasofya Camisi’nde Türkçe Kur’an, tekbir ve kamet okunmuştu. Ayasofya İslam tarihinde ilk kez Türkçe Kur’an okunan cami idi.

Kalem ve kılıç

1930’lu yılların ana tartışması Türkiye Cumhuriyeti bilim yolundan mı, din yolundan mı gidecek tartışmasıydı. Bu tartışma cumhuriyet tarihi boyunca devam etti ve ediyor. Cumhuriyetin kuruluş yıllarında padişahçılar, hilafetçiler din yolunu, cumhuriyetçiler ise bilim yolunu, aydınlanma yolunu savunuyorlardı.

Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk “Hayata en hakiki mürşit ilimdir!” “Hayatta en gerçek yol gösterici bilimdir!” diyerek bu tartışmaya son noktayı koydu. Toplum bilim merkezli olacak, Türkiye bilim, teknik, kültürde ilerleyecek, dünyanın saygın çağdaş bir devleti haline gelecekti.

Bunun ilk adımı %90’nı okuma yazma bilmeyen Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını okur yazar yapmaktı. Bunun için okuma yazma seferberliği yapıldı. Osmanlı İmparatorluğu’nda üniversite yoktu, medrese vardı. İlk kez bir üniversite, İstanbul Üniversitesi 1 Ağustos 1933 tarihinde kuruldu.

Kalem, kılıcın yerine geçti. Kalem ve tebeşir cumhuriyetin sembolleri oldu. Mustafa Kemal, eline tebeşir alarak karatahtanın başına geçti, Latin alfabesi ile okuma yazmayı öğretti. Cumhuriyetin ilk dönemlerinde “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir!” anlayışıyla eğitim ve öğretim yapılmaya çalışıldı.

Diyanet İşleri Başkanı Erbaş Ayasofya’da yeşil hilafet bayrağı altında, elinde kılıcıyla Atatürk döneminin okul merkezli, aydınlanmacı devlet anlayışının yerine “cami merkezli” bir devlet anlayışını koyduklarını ve koyacaklarını ilan etti. “Bizim medeniyetimiz, cami merkezli bir medeniyettir!Şimdi bize düşen, birlik ve kardeşlik şuuruyla camilerimizi canlı tutmaktır. Camilerimizi hayatımızın merkezine almaktır. Kadınıyla erkeğiyle, çocuğuyla, genciyle, yaşlısıyla camilerimizde olmak, camilerimizle hayat bulmaktır!” dedi.

24 Temmuz 2020 tarihi din ile devlet işlerinin ayrıldığı, laik devlet anlayışının noktalandığı bir tarih olarak tarihe geçti. Türkiye’de siyasi hayat 24 Temmuz 2020 öncesine göre daha zorlu, daha çok Sünni İslamın söylemlerine ağırlık veren bir biçimde devam edeceğe benziyor.

Türkiye ekonomisi kriz içindeyken, bir Euro artık sekiz Türk Lirası olmuşken, işsizlik, yoksulluk, toplumsal huzursuzluk artmışken Ayasofya’ya hilafet bayrağı çekilmesi, kılıçla kuvvet gösterisine başvurulması sorunlarımızı daha da artıracaktır.

Türkiye Cumhuriyeti Müslüman olmayan dünya kamuoyunu hiç bu kadar karşısına almamıştı. Böyle bir süreçte “Yurtta sulh, cihanda sulh!” demek, “Hayatta en hakiki mürşid ilimdir!” demek, demokrasi ve bilim merkezli bir Türkiye için toplumsal barış ve refah için çalışmak çok büyük önem arz ediyor.

Çok zorlu bir dönem yaşıyoruz. Türkiye tam battı, batıyor denilirken umutsuzluktan umut yaratan bir ülkedir. Cumhuriyetin kazanımları boşa gitmedi, gitmeyecektir!

Bochum, 27 Temmuz 2020, Kemal Yalçın