EdebiyatKitap Tanıtımı

İSMAİL BAŞOĞLU Hayatını yoktan var eden başarılı bir öğretmen, çalışkan bir kooperatifçi ve çok yönlü bir kültür insanıdır.

 

Hayatını yoktan var eden başarılı, cesur, yaratıcı, örnek bir öğretmen, çalışkan bir kooperatifçi ve çok yönlü bir kültür insanıdır. İsmail Başoğlu Muğla vilayetinden seçilerek Gönen’de 1964-1965 ders yılında okuma hakkını elde etmişti. 1969-1970 yılında mezun oldu. Çok başarılı bir öğretmendi. 20 Kasım 1980 tarihinde çok sevdiği öğretmenlikten düşünceleri yüzünden atıldı.  Hayatı sıfırlandı. Yılmadı.

1981 yılı Ocak ayında Fethiye’de Pamukkale Otobüs İşletmesi Fethiye Şubesi’nde katipliğe başladı. Sonra 1984-1989 yıllarında Fethiye’de bakkallık yaptı. Fethiye Esnaf Kefalet Kooperatifi’ne üye oldu, bir yıl kadar sonra bu kooperatifin başkanı seçildi. Sonra Esnaf Kefalet Kooperatifleri Üst Birliği’nde görev aldı. Tam 32 yıldan beri Fethiye Esnaf ve Sanatkârlar Kredi Kefalet Kooperatifi Başkanlığı görevini başarıyla yürütüyor.

1997 yılında Fethiye Özel Lokman Hekim Esnaf Hastanesi’ni kurdular. Yıl 2022 oldu. Fethiye Özel Lokman Hekim Esnaf Hastanesi’nde 53 doktor, 480 kişi çalışıyor. Günde 1200 hastaya hizmet veriyorlar. Bölgenin en beğenilen hastanesini yarattılar. Fethiye Özel Lokman Hekim Esnaf Hastanesi en çok vergi ödeyen, en çok kadın çalıştıran, hastaların ve çalışanların mutlu olduğu bir hastanedir!

Dede İbrahim Kılıç ile Yalçın Kılıç-1 İsmail Sarıhan (ayaktaki) Teyze Sevim Pehlivan ve Torun İsmail Başoğlu(kucağında)

İsmail Başoğlu, Muğla’nın ‘Dont’ köyünde bir yörük çadırında 15 Mayıs 1950 tarihinde, Demokrat Parti’nin iktidara geldiği gün dünyaya gelmişti. Bu nedenle adını “Demokrat” koymuşlar. Aradan bir iki ay geçmiş, bakmışlar ki yoksulluk aynı, perişanlık aynı, eski hamam eski tas, değişen bir şey yok. Hem adını da söylemek çok zor. Biz bu çocuğa büyüklerimizden birinin adını verelim demişler ve babasının dedesi İsmail’in adını ona vermişlerdir. “Demokrat” böylece “İsmail” olmuş. Her insanın ilk göbek adı kendi kaderini belirler. “Demokratlık” ve demokrasi mücadelesi İsmail Başoğlu’nun kaderi oldu.

Çocukluğu oğlak gütmekle geçti. İlkokula kara çadırdan, çoban evinden gidip geldi. Eli orak tutmaya başlar başlamaz kendini ekin tarlalarında, harmanlarda buldu. Başoğlu Sülalesinde ilkokuldan sonra okumaya devam eden ilk çocuk İsmail Başoğlu idi.

Isparta Gönen İlköğretmen Okulu’nda geçen yıllar

İsmail Başoğlu ile Isparta Gönen İlköğretmen Okulu’nda üç yıl birlikte okuduk. İsmail benden bir yıl sonra sınavları kazanarak Gönen’e gelmişti. Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde bulunan 17 Köy Enstitüsü 1955 yılında Menderes Hükümeti tarafından kapatılıp İlköğretmen Okullarına dönüştürülmüştü. Gönen bu okullardan biriydi. Köy Enstitülerinin devamı olan İlköğretmen Okullarında köy enstitüsü geleneği devam ediyordu. Okulumuz Gönen’in toplam 600 dekar arazisi vardı. Meyve ve gül bahçeleri, bağlar, tarlalar, çamlık alanlar, spor tesisleri, ahırlar, tavukhane, tarım ambarı, demircilik ve marangozluk iş atölyeleri, müzikhane, yemekhaneler, yatakhaneler, öğretmen lojmanları bu büyük arazinin içinde bulunuyordu. Gönen’de yaparak ve yaşayarak öğrenme metodu uygulanıyordu. Yediğimiz yumurtaları, etleri, balları, üzümleri, meyveleri ve sebzeleri kendimiz yetiştiriyorduk. Okulun döner sermaye sistemi vardı. Gül bahçemizde gül üretiyor, gül yağını çıkarıyor, çıkardığımız gül yağını satıp parasıyla Türkiye’nin bir ucundan diğer ucuna sınıf gezileri yapıyorduk.

 

Gönen İlköğretmen Okulu’na Muğla, Denizli, Isparta, Burdur illerindeki ilkokul mezunu yoksul köy çocukları yazılı ve sözlü sınavlarla seçilerek alınıyordu. Gönen’i kazanan öğrenciler zeki, çalışkan, akıllı, becerikli, öğretmenliğe yakışan öğrencilerdi.

Tarım, yazı, resim, müzik, spor dersleri çok önemliydi.  Öğleden sonraları traktörlerle 4-5 kilometre uzaklardaki tarlalarımıza, elma bahçemize marşlarla, türkülerle çalışmaya giderdik.

Her öğrencinin en az bir müzik aleti çalma mecburiyeti vardı. Her öğrenci mandolin çalmayı öğrenmek zorundaydı. Mandolin çalamayan, notaları okuyamayan öğretmen olamazdı. Yetenekli öğrenciler seçilir Ankara, Hasanoğlan Öğretmen Okuluna gönderilirdi. Bu okulda müzik ağırlıklı program uygulanırdı.

Sınıfları, yatakhaneleri, yemekhaneleri, mutfağı, çamaşırhaneyi ve çevreyi temizlemek, okulun günlük hayatındaki işleri sırayla, sınıf sınıf yapmak öğrencilerin göreviydi. Bu işler angarya olarak görülmez, severek yapılırdı. Öğrenciler 6. sınıfta bir ay süreyle çevredeki köy okullarında staj yaparlardı. Bu stajları başaramayan öğretmen olamazdı.

İsmail Başoğlu Gönen İlköğretmen Okulu’nda arkadaşlarıyla.

Gönen’i 18 yaşını doldurarak mezun olanlar öğretmen olabilirdi. 17 yaşındaki öğrenciler öğretmen olabilmek için yaşlarını mahkeme kararıyla büyütürlerdi.

Bütün bu kurallar ve uygulamalar Köy Enstitülerinin devamı olan tüm ilköğretmen okullarında da geçerliydi.

İsmail Başoğlu’nun müzik yeteneği vardı. Mandolin çalmayı kısa zamanda öğrenmiş, müzik dersleri haricinde müzikhanede keman çalmaya başlamıştı. Gönen’den mezun olduğu yıl İstanbul Eğitim Enstitüsü Müzik Bölümü sınavlarına katılma hakkını elde etti. Sınavları ikinci yedek olarak kazandı. Fakat çağırmadılar. İsmail ilkokul öğretmenliğine devam etti. Eğer İstanbul Eğitim Enstitüsü Müzik Bölümü’nde okuma hakkını elde etseydi, onu belki büyük bir müzikçi olarak tanıyacaktık.

İsmail Başoğlu (ortada) arkadaşlarıyla, Gönen

İsmail Başoğlu Gönen’den mezun olduktan sonra Konya ili Beyşehir ilçesi Cemeller köyü öğretmenliğine tayin oldu. Daha sonra 1975 yılında Fethiye’nin Patlangıç köyünde başarıyla öğretmenlik yaptı.

1979 yılında İkinci Milliyetçi Cephe Hükümeti döneminde Tüm Öğretmenler Birleşme ve Dayanışma Derneği (TÖB-DER) üyesi olduğu için 13 öğretmen arkadaşıyla birlikte Kahramanmaraş iline sürgün edildi. İsmail’i Döngele köyü ilkokuluna sürgün öğretmen olarak tayin ettiler.

 

12 Eylül 1980 darbesi oldu. Ortalık çok karışıktı. Yollarda sürekli aramalar yapılıyordu. Ne olacağı henüz belli değildi. İsmail Başoğlu siyasi durumu izliyordu. Bu nedenle Fethiye’den Döngele köyüne tam zamanında gidemedi, 1980-1981 ders yılına ancak yedinci günde başlayabildi. Köy öğretmenlerinin ders yılına 10 gün geç başlama hakları vardı. İsmail Başoğlu da bu yasal hakka dayanarak işi ağırdan almış, göreve altı gün geç başlamıştı.

Okul müdürü buna rağmen İsmail Başoğlu’nu Milli Eğitim Müdürlüğüne şikâyet etti ve İsmail Başoğlu öğretmenlikten istifa etmiş kabul edilerek haksız yere cezalandırıldı. İtirazları kabul edilmedi. İsmail Başoğlu 20 Kasım 1980 tarihinde çok sevdiği öğretmenlikten atıldı. Bu haksızlığı kabul etmedi, avukat tuttu, Danıştaya dava açtı. Davayı kazandı. Fakat can güvenliği ve öğretmenlik huzuru kalmadığı için tekrar Döngele köyüne dönmedi. Hayatı sıfırlandı.

Ne yapabilirdi?

Evini nasıl geçindirebilirdi? İşsizlik çok zordu. 1981 yılı Ocak ayında Fethiye’de Pamukkale Otobüs İşletmesi Fethiye Şubesi’nde katipliğe başladı. Bilet kesiyor, otobüs kaldırıyordu. Öğretmenlikten istemeyerek ayrılmış fakat kalemini bırakmamıştı.

1984-1989 yıllarında Fethiye’de bakkallık yaptı. Fethiye Esnaf Kefalet Kooperatifi’ne üye oldu, bir yıl kadar sonra bu kooperatifin başkanı seçildi. Sonra Esnaf Kefalet Kooperatifleri Üst Birliği’nde görev aldı. Tam 32 yıldan beri Fethiye Esnaf ve Sanatkârlar Kredi Kefalet Kooperatifi Başkanlığı görevini başarıyla yürütüyor.

İsmail Başoğlu bu işleri nasıl yaptı? Sıfırlanmış hayatını nasıl yeniden kurdu? Maceralı hayatını 2 Mart 2022 tarihinde telefonla bana anlattı. Ben kaleme aldım ve aynen burada yazdım.

Ben bir yörük çocuğuyum, hayatıma çobanlık yaparak başladım

İsmail Başoğlu, “Ben Muğla’nın ‘Dont’ köyünde bir çoban çocuğu, bir yörük çocuğu olarak 15 Mayıs 1950 tarihinde, Demokrat Parti’nin iktidara geldiği gün dünyaya gelmişim. Bu nedenle adımı ‘Demokrat’ koymuşlar,” sözleriyle başladı hayatını anlatmaya.

Aradan bir iki ay geçmiş, bakmışlar ki yoksulluk aynı, perişanlık aynı, eski hamam eski tas, değişen bir şey yok. Hem adını da söylemek çok zor. Biz bu çocuğa büyüklerimizden birinin adını verelim demişler ve babamın dedesi İsmail’in adını bana vermişlerdir.

Bir yörük çadırında dünyaya gelmişim. Çocukluğum oğlak gütmekle geçti. İlkokula çadırdan, alacıktan, çoban evinden gittim. Elim orak tutmaya başlar başlamaz kendimi ekin tarlalarında, harmanlarda buldum.

Sülalemizde ilkokuldan sonra okumaya devam eden ilk çocuk bendim. Beni okumaya özendirenlerin başında Antalya Aksu Köy Enstitüsü’nde okuyan köyümüzün gençleriydi. Ben ve benim gibi çoban çocukları doğru dürüst giyecek bulamazken onlar okul tatillerinde köye geldiklerinde ütülü takım elbise, beyaz gömlek giyer, kravat takar, kış mevsiminde ise palto giyerlerdi. Ayrıca onlar düğünlerde hep birlikte Harmandalı oynarlardı. Onlar Harmandalı oynarken genç kızlar “Aksuluları bi görelim, Harmandalıyı pek de güzel oynuyorlar,” derlerdi. Ben de onlar gibi Aksu Köy Enstitüsü’nde (daha sonra Aksu İlköğretmen Okulu oldu) okumak, onlar gibi beyaz gömlek giymek, onlar gibi düğünlerde Harmandalı oynamak isterdim.

Beni ve benim gibi çoban çocuklarını okumaya teşvik eden bir başka kişi de köyümüzün ormancısı İsmail Sarıhan idi. Onun adı ile benim adım büyük dedemizden esinlenerek konulmuştur. Onun hayat hikayesini sonradan öğrendim. İsmail Sarıhan babamın halasının oğludur.  İstanbul Galatasaray Lisesi’ne Fethiye’den ikinci giden başarılı bir öğrenciymiş. Okuldaki bir öğretmeni onu giyiminden aşağılamış, onurunu kırmış, bunun üzerine İsmail Sarıhan okulu bırakıp geri dönmüş. Sonradan ormancı olmuş. İsmail Sarıhan “Ben okuyamadım, siz okuyun,” der, bizleri okumaya özendirir, Aksu Köy Enstitüsü’nü kazanan gençleri okullarına ilk o götürürdü.

1900 doğumlu Dedem Hurşit Başoğlu okumaya çok önem veriyordu, beni çok severdi. Bana şiir okutur, dini konularda bana bilgiler verirdi.  Çok güzel ezan okurdu, sesi çok gürdü. Ben de dedem gibi ezan okurdum.

Dedem Hurşit Başoğlu’nun, Ormancı İsmail Sarıhan’ın ve Aksu İlköğretmen Okulu’nda okuyan ağabeylerimin teşvikiyle okumaya, çakırdikenlerin, karaçalıların arasında çobanlık yapmaktan kurtulmaya daha ilkokulda okurken karar verdim. Tek isteğim Gönen İlköğretmen Okulu’nu kazanmak, tertemiz elbiseler, kısa kollu beyaz gömlekler giymek idi.

Benim ilk okulu bitirdiğim 1960’lı yıllarda yoksul köy çocuklarının parasız yatılı okuyabileceği sadece iki okul vardı. Birincisi ilköğretmen okulları, ikincisi imam hatip okulları.

Ben her iki okulun giriş sınavlarına katıldım. İkisinin de yazılı sınavlarını kazandım. Önce Burdur Yatılı İmam Hatip Okulu’na gittim. Bir hafta sonra Gönen İlköğretmen Okulu sözlü sınavlarına katılmak için babamla birlikte Gönen’e gittim. Sözlü sınavı kazandım. Orada öküz güttüğüm, çobanlık yaptığım, çayda balık tuttuğum köyümden arkadaşlarımı gördüm.

Nerede okuyacağıma karar vermem gerekiyordu. Bir Burdur İmam Hatip Okulu’nu, bir Gönen İlköğretmen Okulu’nu gözümün önüne getirdim. İmam olursam ne yaparım, öğretmen olursam ne yaparım diye düşündüm. Harmandalı oynayan ağabeyleri ve Gönen İlköğretmen Okulu’nda okuyan köylülerimi daha çok sevdim. Kendi kendime, öğretmen okuluna gidersem, öğretmen olursam daha serbest olurum, diye düşündüm ve “Baba ben burada, Gönen’de okumak ve öğretmen olmak istiyorum,” dedim.

Gönen’de okumak ve öğretmen olmak istiyorum

Babam “Tamam oğlum! Ben de senin Gönen’de okumanı ve öğretmen olmanı istiyorum,” diyerek benim kararımı destekledi. Böylece kendi isteğimle, babamın onayı ve desteğiyle 1964-1965 ders yılında Gönen’de sevinçle, umutla, heyecanla okumaya başladım. Ayakkabı ve elbise ölçülerimiz alındı. Okulumuzun terzihanesinde dikilmeye başlandı. Provalarımız yapıldı. İç çamaşırlarımız, gömleklerimiz dağıtıldı. Takım elbiselerimizi, beyaz gömleklerimizi giydik, kravatlarımızı taktık. Beykoz ayakkabı fabrikası imalatı ayakkabılarımızı giydik. Sonra paltolarımız dikildi. Soğuklar başlayınca paltolarımızı giydik. Artık ben de Aksu’lu ağabeylerim gibi giyinmeye başlamıştım. Çok mutluydum, çok!

Dersler başladı. Sınıflarımız kırkar kişilikti. Yatakhanelerimiz 60-70 kişilikti. Öğretmenlerimiz bizlere çok iyi davranıyorlardı. Müzik derslerimizde mandolin çalmaya başladık. İlk başlarda ben mandolin çalmakta biraz zorluk çektim, fakat kısa zamanda mandolin çalmayı, notaları okumayı öğrendim, kulaklarım iyi duyuyor, duyduklarımı notalarla yazabiliyordum. İkinci sınıfta okulumuzun mandolin korosuna seçildim.

Gönen’de mart ayından itibaren tüm öğrenciler sabah kahvaltısından önce okulun spor sahasında Harmandalı, Muğla Zeybeği, Ankara Zeybeği, Aydın Zeybeği gibi oyunları oynarlar, dizlerini ya da ayaklarını yere vurduklarında toprak gümbürderdi.

Isparta Gönen İlköğretmen Okulu, 1965

Gönen’de her öğrenci yeteneğine ve isteğine göre sosyal, kültürel, sportif bir çalışmaya katılırdı. Tiyatro kolu, çok sesli müzik korosu, folklor ekibi, bando takımı, elit jimnastik ekibi, kooperatifçilik kolu, gazetecilik ve kitaplık kolu en çok sevilen çalışmalardı.

Gönen İlköğetmen Okulu benim hayatıma yön verdi

Ben çok sesli müzik korosuna ve mandolin korosuna seçildim. Dördüncü sınıftan sonra kooperatifçilik koluna geçtim. Okulumuzun kooperatifinde çalışmaya başladım. Leblebi, kavrulmuş, ayçiçeği, fıstık, fındık gibi yiyecekleri toplu alıyor, yüzer gramlık kese kağıtlarına dolduruyor, sinema salonunun kapısında satıyor, okulumuzun döner sermeyesine katkıda bulunuyorduk. Benim ilk ticari işim Gönen’deki kooperatif kolunda yaptığım bu işlerdir.

Gönen’de öğrenciler yazmaya ve okumaya teşvik edilirdi. Her sınıf kendi parasıyla Cumhuriyet, Milliyet, Akşam gazetelerinden birini almak zorundaydı. Öğrenciler Türk Dili, Cep Dergisi, Varlık gibi dergilere abone olurlardı. Sınıflarda kitap, dergi, gazete okuyan öğrenciler arasında yarış olurdu. Öğretmenler kitap, dergi, gazete okuyan öğrencileri severler, ödüllendirirlerdi.

Gönen İlköğetmen Okulu benim hayatıma yön verdi, benim dünyamı zenginleştirdi, hayata eleştirel bakmayı öğretti. Ben Gönen’de yurtseverliği, Anadolu’yu aydınlatma ve kalkındırma idealini kazandım. Öğretmen Okulları Marşını söylerken Yurdum seni yüceltmeye antlar olsun! derken çok heyecanlanır, Gönen’den havalanır, Anadolu’nun üstünde bir kartal gibi dolanır gelirdim.

Ben Gönen’de dostluğu, arkadaşlığı, vefayı, insan ve vatan sevgisini, ideallerini gerçekleştirmek için mücadele etmek gerektiğini öğrendim.

Öğretmenlik hayatım

1969-1970 ders yılı sonunda mezun oldum. Bizler kendimize 1970 mezunları deriz. Ben Konya ili Beyşehir ilçesi Cemeller köyüne tayin oldum. İlk tayin yerime babamla birlikte gittik. Cemeller köyü Beyşehir Gölü’ne iki kilometre uzaklıkta, meşe ağaçları arasında, 90 hanelik bir yörük köyüydü.

Gönen’den sonra yüksek eğitimimi tamamlamak istiyordum. O zamanlarda ilköğretmen okulu mezunlarının üniversiteye gitme hakları yoktu. Sadece Eğitim Enstitülerinde okuma hakları vardı. Ben de bu hakkımı kullanmak, İstanbul Eğitim Enstitüsü Müzik Bölümü’ne gitmek istiyordum.

Cemeller İlkokulu’nda iki öğretmen vardı. Biri ben, diğeri de Azmi isminde bir meslektaşımdı. Azmi Bey okulun idari işlerini de yürütüyordu.

İsmail Başoğlu Cemeller Köyünde öğrencileriyle, 1970

Ben Cemeller’e gelir gelmez Eğitim Enstitüsü Müzik Bölümü sınavına hazırlanmaya başladım. Her gün ders dışı zamanlarımı keman çalışarak değerlendiriyordum. Köylüler keman sesini ilk kez duydukları için bu ses neyin sesidir acaba diye merak etmişler, okula gelip beni dinliyorlar, “Hoca senin işin zor, keşke zurna çalsaydın bari,” diyorlardı.

Gündüz keman çalmayı bıraktım. Geceleri çalmaya başladım. Beethoven’in Dokuzuncu Senfonisi’ni, Ulvi Cemal Erkin’in Köçekçe’sini çalışıyordum.  Meğer gecenin sessizliğinde keman sesi, Dokuzuncu Senfoni’nin, Köçekçe’nin ritimleri meşelikler arasında, çakır yıldızların altında daha çok ve daha güzel yankılanırmış. Köylüler “Bizim öğretmen kaptırdı gene kendini, gidip dinleyelim, acıkmıştır bir şeyler götürelim,” diyerek gece yarısında ellerinde yoğurt bakraçlarıyla evime gelmeye başladılar. Bakraçları sessizce masaya koyuyor, beni hiç rahatsız etmeden dinliyorlardı.

Müzik Bölümü sınavları için İstanbul’a gittim. Kemanımı kendime göre iyi çaldım. Sınav komisyonundaki öğretmenleri Cemeller köylüleri gibi görüyordum. Sınavı ikinci yedek olarak başardım. Fakat beni çağırmadılar. Cemeller köylüleri “Bizim öğretmen giderse kemanı kim çalacak,” diye üzülmüşlerdi. Köyde kaldığıma sevindiler. “Boş ver hoca! Her işte bir hayır vardır! Üzülme!” diyerek bana moral veriyorlardı.

Bir süre sonra Azmi Bey Almanya’ya işçi olarak gitti. Sınıfları birleştirdim. Tek öğretmen olarak beş sınıfa öğretmenlik yapmaya başladım. Kendime göre birleştirilmiş sınıf öğretmenliği eğitim ve öğretim yöntemleri geliştirdim.

Cemeller yörük köyü olduğundan yetişkinler arasında okuma yazma bilenlerin sayısı çok azdı. Yetişkinler için okuma yazma kursları açtım. Gündüzleri çocuklarıyla geceleri de ana ve babalarıyla uğraşıyordum.

Cemeller İlkokulu Öğretmeni İsmail Çaşoğlu “Olukla” balık avlarken.

Cemeller köyünde balıkçılık kooperatifi kurduk

Ben köylüleri, köylüler de beni seviyorlardı. Köy hayatını, aileleri tanıdım, aileler arasındaki ilişkileri öğrendim. Cemeller’de olup biten her şeyden haberim vardı. Köylüler Beyşehir Gölü’nde balıkçılık yapıyor, fakat tuttukları balıkları satamıyorlardı.

Cemeller’e yakın mesafedeki Seydişehir Alüminyum Fabrikası temeli 1969 yılında atılmıştı. Benim öğretmenliğe başladığım yıllarda inşaatı devam ediyordu. Balıkçılık yapan Cemeller köylüleriyle oturup konuştum. Daha modern metotlarla balıkçılık yapmalarını, tuttukları balıkları Seydişehir Alüminyum Fabrikası’na götürmelerini, orada işçilere satmalarını önerdim.

“Hoca iyi diyorsun ama tuttuğumuz balıkları oraya nasıl götüreceğiz? Doğru dürüst bir yol yok,” dediler.

“Motosiklet alırız, dört tekerli araç gitmiyorsa, iki tekerli bir araçla götürürüz,” dedim.

“Motosiklet almaya paramız yok,” dediler.

“Birleşin, alın!”

Cemellerli balıkçılar birleştiler, motosiklet aldılar. Başladılar tuttukları balıkları işçilere satmaya. İşler gelişti. Her balıkçı kendine bir motosiklet aldı. Balıkçılık Cemeller köyünü zenginleştirmeye başladı.

Cemeller köyünde balıkçılık kooperatifi çalışmalarını yaparken, aynı zamanda kendi köyümde zeytin işleme kooperatifi kurmaya çalıyordum. Bu çalışmalar sonunda Dont Köyü Tarımsal Kalkınma Kooperafi’ni kurduk, ben de ilk kurucularından biriydim.

Öğretmenliğim giderek renkleniyordu. Cemeller’de masal, mesel, destan anlatan ilginç, yetenekli nineler, dedeler vardı. Onlarla konuşmaya, masal ve mesel anlattırmaya başladım. Aralarında türkü çekenler de vardı.

Bunları nasıl değerlendirebilirim, diye düşündüm. Ben bu nineleri, dedeleri sahneye çıkarsam, çocuklara köylülere masal, mesel, destan anlatsalar çok ilginç ve öğretici olurdu. Fakat onları sahneye çıkarmak çok zordu.

Öğrencilerime köyümüzdeki ninelerin ve dedelerin taklitlerini yapma ödevi verdim. Öğrencilerim, 12 nine ve dedenin taklitlerini çok güzel bir biçimde yaptılar. Aklıma yeni fikirler geldi.

Ben bu öğrencilerle bir müsamere hazırlayayım. Cemeller köylülerini okula davet edeyim, öğrenciler sahneye çıksınlar, dedelerinin ninelerinin taklitlerini yapsınlar, dedim. Öğrenciler çok sevindiler.

İsmail Başoğlu Cemeller köyü imamıyla sohbet ederken 1972

Cemeller ilkokulunda müsamere

Fakat bir müsamere gecesi sadece taklitlerle yetersiz olabilirdi. Cemeller ilkokulunda ilk kez Gönen’deki gibi bir milli oyun ekibi kurdum. Onlara oyunlar öğrettim. Folklor elbiseleri diktirdim. Her öğrencime yeteneğine göre görev verdim. Kimi taklit ediyor, kimi şiir okuyor, kimi perdeyi açıp kapatıyor, kimi türkü çekiyordu.

Bütün Cemeller köylüleri okula geldiler. Hayatlarında ilk kez tiyatro görüyorlardı. Taklitleri gördükçe, gülmekten yerlere yatıyorlardı. Alkış, alkış, alkış! “Bi daha! Bi daha!” diye bağırıyorlardı.

Folklor ekibi sahneye çıktı. Köylüler hayatlarında ilk kez folklor ekibi seyrediyorlardı. Oyun müziklerini mandolinle ben çalıyordum. 4 kız 4 erkek 8 kişilik folklor ekibinin oyunları köylüleri mest etmişti. Sonradan öğrendiğime göre o ekibin 3 kızı ile 3 oğlu büyüyünce evlenmişler. Çünkü sözleri o gece kesilmiş.

Müsamere bitti. Çok memnun olmuşlardı. “Hoca biz bu geceye doyamadık. Yarın bir daha tekrarlayın, bu gece gelemeyenler var, yarın onlar da gelip görsünler,” dediler.

Ertesi gün bir daha tekrarladık. Çevre köyden haber alanlar da görmeye geldiler. “Çok güzel olmuş bu müsamere. Bizim köyde de oynayın,” dediler. Kabul ettik, bizim köylülerle birlikte davet edildiğimiz Yeşildağ ve Guduracı köylerinde de müsamere yaptık.

Bizim müsamere dillere destan oldu! Cemeller’de beş yıl çalıştım. Bu beş yıl benim öğretmenlik hayatımın en zevkli, en verimli yıllarıdır. Bu beş yılda çok şey öğrendim. Anadolu insanlarını daha çok sevdim. Bu insanlar için her şey yapılabilirdi.

Askerlik nedeniyle Cemeller’den ayrıldım. Beni şimdiki Kırelli ilçesinin Köşk köyüne verdiler. Yani Beyşehir Gölü’nün güneyinden kuzeyine tayin edilmiştim. Bu köyde Gönen’de aynı sınıfta birlikte okuduğumuz 2017’de aramızdan ayrılan Ahmet Gençtürk’le birlikte çalıştım.

Evliliğim

Tek kanatla kartal uçamaz, diyerek eşimin öğretmen olmasını istedim. O günün şartlarında yakınlarımın önerisiyle 1975 yılında öğretmen eşimle evlendim.

Evlendikten sonra eş durumundan yararlanarak eşimin öğretmenlik yaptığı Fethiye’nin Patlangıç köyüne tayinim çıktı.  Köşk köyünden Patlangıç köyüne gittim. Bu köy büyük bir köydü. Her sınıfın bir öğretmeni vardı. Öğretmen Mete Atay ve Bilge Atay çifti de aynı okulda öğretmenlik yapıyordu. Kısa sürede kaynaştık. Patlangıç köyündeki öğretmenlik yıllarım Türkiye’deki siyasi hayatın çok karışık olduğu, faili meçhul siyasi cinayetlerin arttığı, üniversitelerde her gün siyasi çatışmaların olduğu, öğretmenlerin öldürüldüğü yıllardı.

Tüm Öğretmenler Birleşme ve Dayanışma Derneği TÖB-DER Fethiye Şubesi’nde yasal, mesleki çalışmalar yapıyorduk. Ankara’da siyasi iktidar kavgaları devam ediyordu. Siyasi gidişat kötüydü. O günlerde ülkeyi yönetenler yönetemiyor, yönetilenler de hükümetten memnun kalmıyorlardı. Türkiye kabına sığmıyordu.

1978 yılı Aralık ayında Maraş katliamı oldu. Göz göre göre Alevi vatandaşlarımız öldürüldü. Sosyal Demokrat Bülent Ecevit Başbakandı. Türkiye çok katliamlar görmüştü ama hiç bu kadarını görmemişti. Derhal 11 ilde sıkıyönetim ilan edildi. Maraş katliamı sonrasında Ecevit Hükümeti düştü, yerine “2. MC” iktidarı denilen Süleyman Demirel’in başbakanlığı altında İkinci Milliyetçi Cephe Hükümeti kuruldu. Bu dönemde Türkiye’de siyasi hayat ikiye bölünmüştü, çatışmalar artmıştı, ilerici, demokrat öğretmenlere baskılar çok artmıştı.

Kahramanmaraş’ın  Döngele köyüne sürgün

Bu baskılardan ben de nasibimi aldım. Beni ve 13 arkadaşımı Fethiye’den çeşitli illere sürdüler. Beni de sürgün öğretmen olarak Kahramanmaraş’ın  Döngele köyüne tayin ettiler.

Ben tayin yerime gitmeden önce 12 Eylül 1980 darbesi oldu. Siyasi ortam karanlıktı. Tayinlerin durdurulup durdurulmayacağı belli değildi. O yıllarda Gönen mezunu olan İlçe Milli Eğitim Müdürünün baskıları sonucu eski görev yerimden ayrılıp sürgün edildiğim yeni yerime gitmeye karar verdim. 10 gün içinde yeni görevime başlama hakkım olmasına rağmen 6. günde görevime başladım.

Ancak yeni okul müdürüm benim göreve daha geç geldiğimi bildirerek müstafi sayılmama sebep oldu Kahramanmaraş valiliğine gittim. Vali ile görüşmek istiyordum. Bir türlü görüştürülmedim. Başka bir odada vali yardımcısına yönlendirildim. Kapıyı tıklatarak içeri girdim. Yalnız oturan vali yardımcısına kendimi tanıttım. “Hoş geldin Hocam!” dedi ve bana çay söyledi. Konuşmaya başladı. Muğla ili Ula ilçesinde olduğunu Adana’dan sürgün geldiğini, kısa bir zaman sonra emekli olup ayrılacağını anlattı. Bana da ‘Fethiye zengin bir yerdir. Git hayatını başka alanda kazan! Bu Maraş seni yutacak!” diye fikrini söyledi. Çok sevdiğim mesleğimden ayrılmaya karar verdim. Ne yapabilirdim? Eşim Fethiye’de çalışmaya devam ediyordu ve bir çocuğumuz vardı.

20 Kasım 1980 tarihinde fiilen öğretmenliğim sona erdi. Fethiye’ye döndüm. Danıştay’a dava açtım. Kazandım. Fakat can güvenliğimin tehlikede olduğunu gördüğüm için tekrar Maraş’a Döngele köyüne dönmedim. Öğretmenlik hayatım böylece acı bir şekilde sona erdi.

İsmail Başoğlu bağcılık yaparken, 1990-1995

Hayatımı sıfırdan yeniden kurdum

Mesleğinden atılmış, işsiz bir öğretmen olarak iş arıyordum. Yakından tanıdığım Tuncer Gürkurt ve bacanağım Kazım Dirmilli Pamukkale Otobüs İşletmesi Fethiye Şubesi’ni birlikte çalıştırıyorlardı. Bana “Sen okumuş yazmış insansın, gel birlikte çalışalım,” dediler.

Başka seçeneğim yoktu. 1981 yılı Ocak ayında Pamukkale Yazıhanesinde katipliğe başladım. Bilet kesiyor, otobüsleri kaldırıyoruz. Şoförlerin parasını veriyoruz. Kısa zamanda otobüs işletmeciliğinin girdisini çıktısını, işin nasıl yürüdüğünü öğrendim. Şoförlere ve otobüs sahiplerine bazı haksızlık yapıldığını gördüm. Haklarını korumak için yazıhanede yenilik yapmaya çalıştım. Derhal beni işten attılar. Bu kapı da kapandı.

Küçük otobüsler Fethiye-Antalya arasında çalışıyordu. Ben kardeşimle birlikte babama bir tarla sattırarak küçük bir otobüs aldım. Fethiye-Antalya arasında yolcu taşıyoruz. Bu işin daha iyi işlemesi ve kazancımızın artması için kooperatif kurmanın gerekli olduğunu anladım. Diğer küçük otobüsçülerle konuştum. İkna oldular. Yedi otobüsçüyle birlikte “Fethiye Otobüsçüler Kooperatifi” adlı bir kooperatif kurduk. Ben kurucu başkan oldum.

Gönen’de öğrendiğim kooperatifçilik bilgilerimi artırmak için okuyor, araştırıyor, yeni şartlara göre yeni girişimlerde bulunuyordum. Öğretmenlikten sonraki hayatımda esas ilgi alanım kooperatifçilik haline geldi.

Sadece Fethiye’de değil, çevre il ve ilçelerdeki mevcut kooperatiflerle de ilgileniyordum. Muğla Köy Kalkınma Kooperatifler Birliği âtıl vaziyette duruyordu. Sağlık Bakanlığı’ndan sürgün edilmiş olan aynı zamanda kooperatifçiliğe gönül vermiş Kadir Başoğlan’la durumu değerlendirdik. “Bu kooperatifi canlandıralım,” dedik.

Yönetimi değiştirdik. Muğla Kooperatifler Birliği’ne bağlı kooperatiflerin ürünlerini değerlendirmek için Muğla’da bir merkez kurduk. Her kooperatif ürettiği ürünleri getiriyor, süper market haline gelmiş olan satış merkezinde satıyordu. Kısa zamanda satış merkezi büyüdü. Büyük bir market haline geldi.

Ben de Fethiye’de bakkal dükkânı açtım. 1984-1989 yıllarında beş yıl bakkallık yaptım. Artık esnaf olmuştum, fakat gene de öğretmendim.

1996 Yılı Fethiye Poliklinik Açılışı İsmail Başoğlu Konuşmasını yaparken

Fethiye Esnaf Kefalet Kooperatifi

Bir gün Fethiye Esnaf Kefalet Kooperatifi’nden bir grup üye esnaf bana geldiler. Durumu anlattılar.  “Bu kooperatifimiz iyi çalışmıyor. Sen kooperatifçilik konusunda tecrübelisin. Sen de esnafsın. Üyemizsin. Gel el birliği ile yönetimi değiştirelim,” dediler.

Önerilerini kabul ettim. Yoğun bir şekilde 10 gün çalıştık. Genel kurul yapıldı. Bizim liste 1990 yılında 39 oy farkla seçimi kazandı. Beni de başkan seçtiler. Kooperatifçiliği bildiğim için kısa sürede işleri yoluna yöntemine koydum. Gelir ve giderleri açık ve net olarak ilan ediyordum. Kısa sürede borç falan kalmadı. Fakat hem başkanlık hem bakkallık yapmak zor oluyordu. 1990 yılında bakkallığı bıraktım.

Başkanlığını yaptığım kooperatif kredi kooperatifi idi. Bankalarla esnaflar arasında köprü oluyor, kredi alan esnaflara kefil oluyorduk.

Ben, alıp satan esnaftan daha çok öncelikle üretim yapana, üretim yapacak projelere kredi veriyordum. Yeni bir kooperatifçilik anlayışını uygulamaya koymuştum. İlk dört yıl böyle çalışmalarla geçti. Genel Kurulda karşıma aday bile çıkmadı. Görkemli bir Genel Kurul yaptık. Beni tekrar başkan seçtiler.

İkinci bir çalışma dönemi başladı. Yıl 1995 idi. Üyelerimiz giderek çoğalıyordu. Sürekli ve sistemli olarak üyelerimizle toplantılar yapıyor, sorunlarımızı açık açık ortaya koyuyor, çözüm yolları arıyor ve sorunlarımızı akıl ve mantıkla, kooperatifçilik bilgilerimizle yerel şartlara uygun olarak çözümlüyorduk.

İsmail Başoğlu Esnaf Hastanesi Açılışını yaparken 2012

Hastanelerde üçüncü sınıf hasta muamelesi görmek

O yıllarda esnafların sosyal güvenceleri yoktu. Esnafların birinci problemi sağlıkla ilgiliydi. İlk kez 1995 yılında Bağ-Kur üyesi olan esnaflar sosyal güvenlik sistemi kapsamına alındılar. “Bağ-Kur üyesi esnaflar devlet hastanelerine gidebilir,” dendi. Fakat esnaflar hastanelerde üçüncü sınıf muamelesi görüyordu.

Hastanelerde birinci sırada yüksek memurlar, ikinci sırada öğretmenler ve polisler, üçüncü sırada esnaflar tedavi görüyordu.

Bu ayrımcılık beni ve kooperatif üyelerini isyan ettirdi.  1994 yılında Fethiye Şoförler ve Otomobilciler Odası ile Esnaf Sanatkârlar Odası başkanlarıyla birlikte bir toplantı yaptık. Ben sağlık sorunumuzu dile getirdim. “Devlet hastanelerinde üçüncü sınıf hasta muamelesi görüyoruz. Ne yapalım? Toplam kaç paramız var?” diye sordum. Bizim 150, Şoförler Odasının 50, Esnaflar odasının 100 bin lira pası vardı. Toplam 300 bin lirayla ne yapabilirdik?

Şoförler Odası Başkanı “Otobüs alıp işletelim,” dedi. Esnaf Odası Başkanımız “Deniz kenarında çay bahçesi ve lokanta açalım, işletelim,” dedi.

“Arkadaşlar biz kendi üyelerimizle rekabet edemeyiz, benim önerim şudur: Bir araya gelelim, bir yer tutalım, üyelerimizin gidebileceği bir sağlık merkezi açalım. Devletten doktor isteyelim, devlet hastanelerinde üçüncü sınıf hasta muamelesi görmekten kurtulalım.”

Önerim kabul edildi. Fethiye’deki tanıdığımız idealist doktorlara gittik. Projemizi anlattık. “Çok güzel! Bu projede biz de varız!” dediler.

Belediyeden bir yer tuttuk. Yataklı tedavi olmuyordu. Doktorlarımız sadece muayene ediyor ve reçete yazabiliyorlardı. Esnaf Polikliniğini açtık. Hastalarımıza çok ucuza hizmet veriyorduk.

Fakat sorunlar sorunları açıyordu. O yıllarda Fethiye’de her ay 15-20 kişi kalp mütehassısı olmadığı için kalp krizinden ölüyordu. İdealist bir dahiliye doktoru arkadaşımızla durumu değerlendirdik. “Siz buraya kardiyolog getirin,” dedi.

Önerisini yerine getirdik. Göreve başladı. Fakat yeni sorunlar ortaya çıktı. Çünkü yoğun bakım ünitesi yoktu. Kalp krizi geçiren hastayı yoğun bakım olan Muğla’ya gönderiyorduk. Hasta yollarda vefat ediyordu.

Fethiye Özel Lokman Hekim Hastanesi açılışı

Fethiye Özel Lokman Hekim Esnaf Hastanesi

Doktor arkadaşlarımız “Bu böyle olmaz. Mutlaka bir hastane açalım,” önerisini getirdiler. Kabul ettik. Bir hastane açma projesine başladık. 1997 yılında Fethiye Özel Lokman Hekim Esnaf Hastanesi’ni kurduk. Bir yıl kadar çalıştırdık. Krize girdik. 1998 yılında günde 3000 TL zarar ediyorduk.  Doktorlara maaş veremez hale geldik. Borcumuz 89.000 TL olmuştu.

İyi bir işletmeci aramaya başladık. İstanbul’dan gelip Fethiye’de restoran işletmeciliği yapan Şenol Tüzemen ile tanıştık. Durumumuzu anlattık. Kendisi işletmecilik konusunda yüksek öğrenim görmüş, kendini yetiştirmiş bir kişi idi. Geldi, hastanemizin işleyişini yakından inceledi “Ben bu işi yaparım borçları altı ay içinde öderim hastaneyi kâra geçiririm,” dedi.

O günün yöneticileri olan bizler bu teklifi kabul ettik. Yeni genel müdürümüz ve kurum başkanları olarak bizler ve bize gönül vermiş doktorlarımızla birlikte yeni bir çalışma içine girdik. Çok büyük şahsi ve kurumsal sorumluluklar aldık. Zaman zaman umutsuzluğa da düştük. Fethiye Esnafının güveni ve desteği, gönüldaşlarımızın özverili çalışmalarıyla her sorunu çözerek bugünlere gelebildik.

Yıl 2022 oldu. Fethiye Özel Lokman Hekim Esnaf Hastanesi’nde 53 doktor, 480 kişi çalışıyor. Günde 1200 hastaya hizmet verebiliyoruz. Çevremizin en beğenilen hastanesiyiz artık. En çok vergi ödeyen, en çok kadın çalıştıran, hastaların ve çalışanların mutlu olduğu bir hastaneyiz! Bu işi başardık! Çok mutluyuz!

2000 Yılı Aymes Otel Açılışı

AYMES OTELİ

AYMES kelimesi Aydın Muğla Esnaf Kefalet Kooperatifleri kelimelerinin kısaltılmışıdır. Aydın ve Muğla’da bulunan 43 Kooperatifimiz bir araya gelerek Bölge Birliğimizi oluşturmuştur. Ben de bu bölge birliğimizin 30 yıldır yönetiminde bulunmaktayım. Bu birliklerin görevlerinden birisi ortaklarına sosyal tesisler kazandırmak ve işletmesini yapmaktır.

Bu maddeye dayanarak AYMES Otel’in satın alınması önerim kabul edildi. 2000 yılında şimdiki tesisimizi teşkilatımıza kazandırdık. 22 yıldır bu tesisimizde tatil amaçlı konaklama, eğitim seminerleri, konferanslar, toplantılar ve düğünler yapılmaktadır. Bu projemizi de gerçekleştirdiğimiz için çok mutluyuz!

İsmail Başoğlu açılış konuşmasını yaparken.

Sebze ve meyvelerde KALINTI ANALİZİ yapan laboratuvar kurduk

Bana işsiz kimya yüksek mühendisleri, biyoloji mühendisleri geliyordu. Okullarını başarıyla bitirmişler. Fethiye Özel Lokman Hekim Esnaf Hastanesi’nde çalışmak için benden iş istiyorlardı. Bu mühendislere hastanede verebileceğimiz uygun işimiz yoktu. Fakat onlara yardım etmek istiyordum.

Bir gün oturup konuştum, “Arkadaşlar Fethiye’ye uygun, yapabileceğiniz projeler getirin. Değerlendirelim, başarılı olacaksa, size yardımcı olalım,” dedim.

Altı ay kadar sonra tekrar bir araya geldik. Bana getirdikleri projeyi anlattılar. “Fethiye’den Ukrayna ve Rusya’ya yılda 10.000 TIR sebze ve meyve ihraç ediliyor. Bu ihraç mallarının kalıntı (pestiz) analizi, yani üzerlerindeki kimyasal ilaç kalıntılarının miktarının belirlenmesi gerekiyor. Bu işlem sadece Antalya’da yapılıyor. Bu nedenle TIR sahipleri, ihracat sahipleri Antalya’ya gitmek zorunda kalıyorlar. Biz bu laboratuvarı Fethiye’de kuralım. İşlemler burada yapılsın. Hem biz kazanırız hem de ihracatçılar.”

“Ne kadar kazanırız?”

“Yılda üç milyon lira kazanırız!”

Bu projenin mali hesaplarını ortaya koydular.  %40’ını onlar, %60’ını kooperatifimiz koydu. Laboratuvarımız çalışmaya başladı.

Türkiye Suriye’de bir Rus savaş uçağını düşürünceye kadar başarıyla çalıştık. Fakat uçak düşünce işler birdenbire durdu. Rusya “Sizden sebze meyve almayacağız, sizin kalıntı ölçülerinize güvenmiyoruz,” dedi.

Bu iş durunca Toprak ve mikrobiyoloji analizi yapan bir laboratuvar daha kurduk. Şu anda 12 mühendis harıl harıl çalışıyor. Bu işi de başardık.

Bugüne kadar devletin yapamadıklarını yapmaya çalıştık ve başardık. Şu anda 480 kişiye iş veriyoruz. Yılda 73 milyon ciro yapıyoruz. 48 milyon TL devlete vergi veriyoruz. Ortaklarımızın çocuklarından başarılı 114 öğrenciye her ay 300 TL burs veriyoruz.

Hakkımda açılan bir dava

Bu kadar başarılı işler yapan hastane ve laboratuvar kuran, işleten, topluma hizmet veren kooperatif başkanı İsmail Başoğlu’na karşı dava açtılar. “Kooperatifler hastane açamaz, laboratuvar kuramaz,” diyerek beni suçluyorlar. Davamız Fethiye’de devam ediyor. Ben de suç işlemeye devam ediyorum! Özel Lokman Hekim Esnaf Hastanesi’nde her gün 1200 hastaya sağlık hizmeti vermeye devam ediyoruz.

Ben vicdanen rahatım. Benim mutluluğum insanların mutlu olduğunu görmek, yüzlerinin gülmesini görmektir. Ben hayatımda daima insanların mutlu olması için çalıştım. Hümanist bir yapım var. Öğretmenlikte de öğrencilerimin mutluluğu ile mutlu olmuştum.  Bana bu anlayışı Gönen İlköğretmen Okulu kazandırdı. İnsanların ve toplumun mutlu olması için yaratıcı bir biçimde sürekli çalışmak alışkanlığı bana Gönen’den kaldı. Ben hayatta insanları mutlu etmesini öğrendim. Benim için mutluluk başkalarının mutluluğunu, gülen gözlerini ve yüzlerini görmektir. Ayrıca adım “Demokrat” olarak kalmadı ama ömrümce demokrat olmaya çalıştım.

Sevgili Kemal Hocam, bana hayatımı anlatma imkânı verdiğin için sana çok teşekkür ederim.

Bu yazının tamamı, fotoğrafsız olarak bu kitapta yayınlandı. 2022

Sevgili ve değerli Gönenli kardeşim İsmail Başoğlu, sen hayatını yoktan var ettin. İnsanların ve toplumun mutlu olması için yaratıcı, örnek çalışmalar yaptın. Umutsuzlara umut, çaresizlere çare oldun. Arkadaşlarına, dostlarına daima vefalı davrandın. Hak edenlerin elinden tutmaya çalıştın. Ben de sana çok teşekkür ediyorum. Bu dünya ve bu Türkiye seninle birlikte daha güzel!

İyi ki varsın!

İyi ki varız!

 

Fethiye, 2 Mart 2022, İsmail Başoğlu

Bochum, 2 Mart 2022, Kemal Yalçın