EdebiyatKitap Tanıtımı

HAMDİ TANSES Çepnili Çekirdekten Yetişmiş Bir Halk Ozanıdır

 

Hamdi  Tanses halk türkülerini gür sesiyle hem söyleyen hem derleyen hem de  hikâyeleriyle birlikte kitaplaştıran Çepnili araştırmacı, yazar bir halk ozanıdır. Bugüne kadar halk türküleri üzerine 16 kitap yayınladı. Türkü kasetleri yüzbinlerce satıldı. Yüzlerce yerde sahneye çıktı. Söylediği türkülerle insanların gönüllerine girdi.

Hamdi Tanses Kırklareli’nde sanede, 1980

Çepniler kimlerdir? Çepniler Oğuzların Üç Oklar Boyunun Gök Han koluna bağlı Türklerdir. Selçuklularla birlikte Anadolu’ya gelmişler ve Anadolu’nun çeşitli bölgelerine yerleşmişlerdir. Çepnilerin bir kısmı Karadeniz bölgesine iskân edilmişlerdir. 1515 yılındaki Tahrir defterine göre günümüzdeki Giresun  ve civarındaki iller “Vilayet-i Çepni” isimli bir idari bölgeyi gösterir. Hamdi Tanses’in ataları Ünye bölgesine yerleşmişlerdir. Çepni, atılgan, cesur, mert ve savaşçı anlamına gelmektedir.

Hamdi Tanses 1946 yılında Ordu ili Ünye ilçesine bağlı eski adı “Kenehor” (Türkçesi kendir demektir), yeni adı “Veli Bayraktar” olan bir Çepni köyünde doğdu. O zamanlarda köyde ilkokul yoktu. Okuma yazmayı babasından, çevresindeki okur yazar yaşlılardan öğrendi. İlkokulu dışardan bitirdi. Okuma yazmadan önce destancılardan ağıt yakmasını, türkü çekmesini öğrendi. Köyünde ve evresinde herkes ona “âşık” diye sesleniyordu.

Hamdi Tanses Ünye’de, 1960

Uzun kış gecelerinde köyde evlerde bir araya gelen köylüler Âşık Kerem, Âşık Garip, Köroğlu, Karacaoğlan ve Pir Sultan Abdal’dan öyküler anlatırlar ve türkülerini ve deyişlerini söylerlerdi. Hamdi Tanses bu toplantılara katılır destanları, halk hikâyelerini, meselleri, masalları, manileri dinler ve öğrenirdi. Çocukluğunda öğrendiği destanlar, halk hikâyeleri, aşk hikâyeleri onun ozan kişiliğinin temeli oldu.

Hamdi Tanses’in mayası da, çekirdeği de halk türküleriyle, halk edebiyatıyla yoğrulmuştu. Yetenekliydi, meraklıydı, çalışkandı, yurtseverdi. İlk müzik derslerini Ahmet Yamacı ve Kanuni İsmail Hakkı Bey’den aldı. 1968-1973 yıllarında İstanbul Belediyesi Konservatuvarı’nda icra heyetine katıldı. 1968-1974 yıllarında İstanbul Devlet Mühendislik Okulu’nda okudu ve mezun oldu.

1969-1975 yıllarında sahneye çıktı, Türkiye’nin çeşitli yerlerinde konserler verdi. Anadolu’nun çeşitli yörelerinde halk türküleri derledi. TRT ve İstanbul Belediye Konservatuvarı Arşivi’ne çok sayıda türkü kazandırdı. Ünlü saz yapım ustası Ragıp Akdeniz’in atölyesinde Arif Sağ, Muhlis Akarsu, Yavuz Top, Ahmet Yakışan ile birlikte çalıştı.

12 Eylül 1980 öncesi söylediği türküler nedeniyle göz altına alındı. İşkence gördü. Susturmak istediler. Susmadı. Türkiye’yi gözleri arkada kalarak terk etmek zorunda kaldı. 20 Ağustos 1980 Almanya’ya geldi. Almanya’da müzik öğretmenliği ve yazarlığa başladı. Kitaplarını Almanya’da yazdı ve yayınladı.

Hamdi Tanses Almanya ve yurtdışındaki Türkçe dersleri için yardımcı müzik kitapları yazdı. Yurtdışındaki öğrencilere halk türkülerini sevdirdi. Almanya’da ve Avrupa’da yetişen genç kuşakların kültürel kimliklerinde barış, kardeşlik, sevgi, dostluk ve Anadolu kültürü konusunda izler bıraktı.

Hamdi Tanses ile sanatı, çalışmaları ve hayatı hakkında uzun bir söyleşi yaptım. Bu söyleşinin kısa biçimini facebook sayfamda, tam biçimini web sayfada yayınlıyorum.

Teşekkürler az gelir sana Sevgili Hamdi Tanses, ama gene de çok teşekkür ediyorum. Ömrün türküler gibi unutulmaz olsun!

Bochum, 26.7.2021, Kemal Yalçın

HAMDİ TANSES İLE SÖYLEŞİ

Kemal Yalçın: Sizdeki Müzik Merakı ve Serüveni Nasıl Başladı?

Hamdi Tanses: Çocukluk yıllarımda köyümüzde büyük koyun sürülerini otlatan çobanlardan çok etkilendim. Dağların yamaçlarından ve doruklarından süzülüp gelen kaval sesleri beni büyüleyip doğaya aşık etti. Çobanların söylediği türküler ve çaldığı büyülü kaval sesleriyle türkü söylemeye ilk adımımı attım. Çeşitli olaylar karşısında türküler yakıp söyleyen destancılardan ağıtlar öğrendim ve bu destancılara sesimle ben de katıldım. Çevre köylerden de adımın yavaş yavaş duyulmaya başlaması beni çok mutlu ediyordu. Köyde herkes bana “âşık” diye sesleniyordu. Köy düğünlerine, kına gecelerine ve imecelere davet ediliyordum.

Köy halkının geçim kaynağı çiftçilik ve hayvancılıktı. Çocukluk yıllarımda tarlalarda mısır, fasulye ekilirdi. En önemli geçim kaynağı ise fındık üretimiydi. Tarlaların ekilip sürülmesi, yetiştirilip biçilmesi ve fındıkların toplanıp çuvallanması hep imece (keşik) usulüyle hep birlikte yapılırdı. Bir ağızdan türküler söylenir, masallar ve fıkralar anlatılırdı. Uzun kış gecelerinde evlerde bir araya gelen köylüler Âşık Kerem, Âşık Garip, Köroğlu, Karacaoğlan ve Pir Sultan Abdal’dan öyküler anlatırlar ve türkülerini ve deyişlerini söylerlerdi. Köyümüzde düğünler yedi gün yedi gece devam ederdi. Davullar zurnalar ve mahalli sanatçılar düğünlerin vazgeçilmezleriydi.

Benim çocukluk yıllarımda köyümüzde okul yoktu. Okuma yazmayı köyde, okuma yazma bilen babamdan ve başkalarından öğrendim. On yaşına geldiğimde köye ilkokul açıldı. Dışarıdan ilkokulu bitirdim. Köyden Ünye’ye taşınıp ortaokula başladım. Sene sonunda okulda yapılacak bir gecede türküler, şarkılar söylemek için sesi güzel öğrenciler seçiliyordu, bir arkadaşım beni de tavsiye etti. Sesimi çok beğenen bir öğretmenim, beni müdürün odasına götürdü. Müdür çok beğendi.

Gece için arkadaşlarımdan ödünç ceket ve pantolon aldım. Geceye çıkacağım gün müzik öğretmenim yanıma geldi. “Sen bu geceye çıkmıyorsun, çıkamazsın, kıyafetin müsait değil!” dedi. Dünya başıma yıkılmıştı, öğretmene dönüp “Bir gün gelecek öyle bir sanatçı olacağım ki, siz benim karşımda müzikten söz edemeyeceksiniz!” dedim. Yıllar sonra karşılaştığımızda, dili tutulmuştu.

Ortaokulun son sınıfında idim. Ünye’de Konak Sineması’nda ünlü sanatçıların katıldığı bir geceye katıldım. Geceye bazı sanatçılar saatinde yetişemeyince, sahnenin boş kalmaması için beni çıkardılar. “İki dağın arası var” adlı uzun havayla başladım. Yer yerinden oynuyordu, birkaç türküden sonra alkışlar içinde sahneden indim. Halkın ilgisi beni büyülemişti. O geceden sonra tanınmaya başladım.

En önemli unutamadığım anılardan birisi ise ortaokul yıllarımda, bir kahvenin önünde toplanan insanların ortasında birinin bağlama çalıp türküler söylediğini görür görmez usulca yanına yaklaştım, söylemekte olduğu “Seherde ağlayan bülbül” türküsüne eşlik etmeye başladım. O güzel yürekli insan gözlerimden beni öptü ve “Senden iyi bir ozan olacak,” dedi. O büyük ozan Âşık Veysel idi. Sevincim yere göğe sığmıyordu. Yıllar sonra bir gazetenin hazırladığı İstanbul Açıkhava Tiyatrosu sahnesinde ayni gecede beraber olduk. Elini öper öpmez beni sesimden tanıdı. “Sen Ünye’de beraber türkü söylediğimiz gençsin,” dedi. O zaman halkın ozanı olmanın bir ayrıcalık olduğunu anladım.

Siz Kendinizi Çepnili Müzik Sanatçısı Olarak Tarif Ediyorsunuz, Çepni Ne Demektir? Çepnili Olmak Ne Demektir?

Çepniler Oğuzkağan Destanına göre, Oğuzların 24’üncü kolundan Üçok boylarındandır. Türkistan ve Horasan’da öbür boylarla birlikte yaşarlarken, Selçuklulara katılırlar ve Anadolu’ya gelirler. Anadolu’nun Türkleşmesinde büyük rol oynarlar. Çepni Türkmenlerinin ağırlıkta olduğu Danişmendiler, Anadolu’nun kuzey bölgesini alıp ilk kez Sivas’ı kendilerine başkent ederler, sonra Niksar’a taşınırlar.

Danişmendiler yıkıldıktan sonra Çepniler Ordu Mesudiye’nin Kaleköy merkez olmak üzere Hacıemiroğulları Beyliğini kurarlar. Beylik merkezi daha sonra Ordu ilinin 4 km kuzeyinde bulunan Eskipazar’a  (Nefs’i Alevi bi ism’i Ordu) taşınır. Tam 39 köyü Alevi inancı içinde yaşamaktadır.  Bu bölgede bulunan kayalarda Çepni damgaları ve isimleri büyük önem taşımaktadır.

Hacı Bektaş Veli bu bölgedeki Çepnilere büyük yardımlarda bulunur. Onları dini konularda aydınlatır. Sağ kolu olan Güvenç Abdal’ı Kürtün’de bulunan Sume Kalesi’nin batısındaki Taşlıca Köyü’ne gönderir. Ordu’nun Gürgentepe ilçesindeki Aleviler hâlâ Güvenç Abdal Ocağına bağlı olarak yaşamaktadırlar.

Çepniler Hacı Bektaş Veli müritlerinden olup Anadolu’nun çeşitli yörelerine dağılırlar. Başta Karadeniz olmak üzere, Anadolu’daki yerleşim alanları oldukça geniştir. Batı Anadolu’da Balıkesir, İzmir, İzmit yöreleri, İç ve Güney Anadolu’da Gaziantep olmak üzere çeşitli köy ve kasabalarda, Karadeniz Bölgesinin Sinop’tan Rize’ye kadar olan yerleri yerleşim alanlarıdır. Bugün hâlâ yaygın olarak Ordu, Ünye, Fatsa, Gürgentepe, Gölköy, Giresun, Görele, Eynesil, Tirebolu, Dereli, Akçabat, Şalpazarı’nda yaşayan Çepniler gelenek, görenek ve kültürlerini sürdürmektedirler. Çepnilerin çoğu Sünnileşmiştir. Alevi Çepnileri daha çok Ordu, Giresun, Balıkesir, Manisa, İzmir, Çanakkale Burdur ve Gaziantep illerinde yerleşiktirler.

Çepniler 1240 yılında Baba İshak Türkmenlerinin ayaklanması isyanlarına da katılırlar. Çepnilerden kalabalık bir topluluğun 1279 yılında yaşadığı Sinop’u almaya gelen Trabzon Rum İmparatorunu deniz savaşında yenerler. Samsun üzerinden 1297 yılında da Ünye’yi fethederler ve Trabzon’a kadar akınlar düzenlerler, bu bölgeyi kendi hakimiyeti altına alırlar.

Çepnilerin Kültürel Özellikleri Nelerdir?

Çepni Türkmenlerinin en büyük geçim kaynağı hayvancılıktır. Daha ziyade sıra dağların yüksek kayaların yamaçlarında yaşarlar. Kış aylarında farklı köylerin mecralarında yaşayıp, ilkbaharda yaylalara göçerler. Benim gençlik yıllarımda yayla yolculuğu yaya olarak uzun ve yorucu ve tehlikeliydi.

Buna rağmen, göçün yola koyulduğu gün kutlu bir bayram günü havası estirilirdi. Aileler birbirlerine ya da rastladığı diğer kafilelere “Uğurlar olsun!” dileklerinde bulunurlardı. Davullar, zurnalar eşliğinde yolculuk başlamış olurdu. Çetin ve gergin geçen kış aylarından sonra göç Çepniler için, özellikli besinleri süt ürünlerinin bol olduğu, dostlukların pekiştiği yerdir, yaylalara çıkmak. Yaylaya çıkarken hayvanlar çeşitli nesnelerle süslenir, boyunlarına nazar değmesin diye mavi boncuklar takılırdı. Tüm hayvanların boynunda çanlar sallanırdı. Çanların sesleri kilometrelerce uzaklardan işitilirdi. Günlerce süren yolculuktan sonra yaylada sonbahara kadar konaklanırdı. Koyunlar otlatılır, sütlerinden çökelek, peynir yapılır kış boyunca gerekli yiyeceği hazırlanırdı. Ayrıca kadınlar yufka açar, koyunların yününden örgüler örerdi. Koyun sürülerini otlatan çobanların kaval sesleri yürekleri titretir, büyülerdi.

Türkülerin Öykülerini Araştırmaya ve Yazmaya Ne Zaman ve Nasıl Başladınız?

1967 yılında ünlü müzik aletleri yapımcısı Ragıp Akdeniz Usta ile tanıştım. Her gün onun atölyesinde idim ve çok yardımlarını gördüm. Ragıp Usta ve eşi Sevim Hanım benim yolumu aydınlattılar. Bana yıllarca destek oldular. Ragıp Usta’nın atölyesi Kasımpaşa’da idi. O çok ünlenmişti. Dükkânına devamlı Arif Sağ, Orhan Gencebay, Bayram Aracı, Ali Ekber Çiçek, Ahmet Yakışan, TRT saz ve ses sanatçıları ve daha niceleri gelirlerdi. Bu sanatçılardan çok fayda sağladım. Ragıp Usta hemşerimdi. Yörenin türkülerini kabak kemaneyi ve bağlamayı çok iyi icra ediyordu ve türkülerin öykülerini de anlatıyordu. Ordu, Giresun, Tokat ve Samsun yöresinin birçok türküsünün öyküsünü ve yorumunu ondan öğrendim.

Bir gün hemşerim olan çok ünlü Oyma Bağlama Ustası Ali Osman Tiryaki’nin atölyesine konuk oldum. Büyük Usta Ruhi Su, bağlamasını ona yaptırırdı. Başka hiçbir kimsenin bağlamasını eline almazdı. Ruhi Su ile tanışmam beni bilinçlendirdi. Ali Osman Tiryaki’nin beni TRT’den Tuncer İnan ile tanıştırdı. Tuncer İnan beni İstanbul Belediye Konservatuarı’na götürdü. Onun sayesinde Konservatuvarın icra heyetine katıldım ve Adnan Ataman’ın öğrencisi oldum. Yıllarca Tuncer İnan, Hamdi Özbay, Zeki Atsız, Şahin Gültekin, Seha Okuş ve birçok değerli sanatçıyla birlikte türküleri icra ettim. Bana büyük emekleri dokunan Tuncer İnan beni türküler ve öykülerini derlemeye yönlendirdi. Onun sayesinde TRT ve Konservatuar arşivlerine yörelerimden derlediğim çok değerli türküler ve öykülerini kazandırdım.

İlk Öykülerle Halk Türküleri adlı kitabım 1997 yılında Almanya’da ÖNEL Verlag / ÖNEL Yayınevi’nde yayımlandı Türkiye ve Almanya’da çok büyük ilgi gördü. İkinci Öykülerle Halk Türküleri kitabım 2005 yılında İstanbul’da Say Yayınları’ndan çıktı.

Bugüne Kadar Kaç Kitap Yazdınız?

1.GEL BİZE KATIL BİZE, Ortadoğu Verlag

2.HALK TÜRKÜLERİ,      ”          ”

3.ÖYKÜLERİYLE HALK TÜRKÜLERİ, Önel Verlag

4.DİLLER ATATÜRK’Ü SÖYLER,          ”        ”

5.ÇOCUKLAR BİNBİR ÇİÇEK,             ”        ”

6.ZEYBEKLER (EGE VE AKDENİZ TÜRKÜLERİ)……………….Say Yayınları

7.KARADENİZ TÜRKÜLERİ………………………………………………….   ”       ”

8.OZANLARIN DİLİ (DEYİŞLER,NEFESLER VE SEMAHLAR)    ”       ”

  1. GÜFTE VE BESTELERİYLE HALK TÜRKÜLERİ………………… ” ”

10.KURTULUŞ SAVAŞI TÜRKÜLERİ………………………………………. ”       ”

11.KUŞAKTAN KUŞAĞA HALK TÜRKÜLERİ…………………………. ”       ”

12.HALK TÜRKÜLERİ, 1. KİTAP…………………………………………….. ”       ”

  1. ” ”                  2.    ” ……………………………………………….   ”       ”
  2. ” ”                  3.    ”………………………………………………..   ”       ”
  3. ” ”                  4.    ” ……………………………………………….   ”      ”
  4. ” ”                  5.    ”………………………………………………..   ”      ”

Yayına hazır üç kitap ile tam 19 adet.

(Bu kitapları ortaya çıkarmamda sevgili eşim Hacer Tanses’in çok büyük katkıları oldu. Ona türküler dolusu sevgiler sunuyorum)

Hamdi Tanses yazar Fakir baykurt ile birlikte, Mainz, 1996

Fakir Baykurt ile Ne Zaman ve Nasıl Tanıştınız? Fakir Baykurt’un Sizin Sanatçı Olmanızdaki Etkisi Ne Oldu?

Fakir Baykurt’un çok yakın dostu olan Ortadoğu Verlag / Ortadoğu Yayınevi’nin sahibi öğretmen Hüseyin Çölgeçen’in yeri benim için çok önem taşımaktadır. Almanya’ya ilk geldiğim yılda tanıdım onu. Biraz bağlama çalar ve Ege türkülerinde zeybekleri çok severdi. Her hafta devamlı evime gelir benden türküler dinlerdi. Benden çok değerli bir bağlamamı istedi. Dut ağacından oyma bağlamamı ona hediye etmiştim.

Bir gün bana “Duisburg’ta bir edebiyat gecesi var, gelir misin?” dedi. Gecede Fakir Baykurt, Tahsin Saraç, Orhan Asena ve daha niceleri oradaydı. Salon tıka basa doluydu, 300 kişiden fazla insan vardı. Programın bitişinde salondan hiç kimse ayrılmadı. Sohbetler yapılıyor, anılar anlatılıyor ve sorular soruluyordu. En önemlisi şarkılar, türküler ve gazeller söyleniyordu. Beni ise pek tanıyan yoktu. Topluluğun içinden genç bir işçi ayağa kalkarak söz istedi. “Aramızda çok sevdiğim ve İstanbul’da Gar ve Çakıl gazinolarında dinlediğim Hamdi Tanses var,” dedi.

Fakir Baykurt kalkıp yanıma geldi, türkü okumamı istedi. Bana mikrofon getirdiler. “Ben mikrofonsuz okumak istiyorum,” dedim. “Ezo Gelin Barak Havasını” seslendirdim. Yazarlar beni öpüp kucaklamaya başladılar. Birkaç türküden sonra Anadolu’nun her yöresinden türküler yorumladım ve dağıldık. O andan vefatına kadar Fakir Baykurt ile hep beraber olduk. Avrupa’nın birçok yerinde beraber edebiyat ve müzik programlarına katıldık.

Fakir Baykurt ile tanışmam benim için türkülerle geleceğe köprüler kurmama ışık tuttu. Özgürlüğe, barışa ve kardeşliğe giden yolumu aydınlattı. Cumhuriyet gazetesinde ve çeşitli yayın organlarında benim için çok değerli yazılar yazdı. Kitaplarımın önsözlerini hazırladı. Bana kol kanat gerdi, beni eleştirenlerle mücadele etti.

Sizin Sanat Hayatınıza 12 Eylül 1980 Döneminin Etkisi Oldu mu?

1979 yılında Arif Sağ, Hamdi Özbay, Tuncer İnan, Ferdi Ergüder ve Erdal Şahin’in sazları eşliğinde İstanbul’da, Arif Sağ yönetiminde 16 türkülük bir albüm hazırladık. Bu türkülerin tamamı Ordu, Tokat ve Samsun yörelerinden derlediğim ezgilerdi. Türküler piyasaya çıkar çıkmaz çok beğenildi. TRT’de hatta Bükreş, Sofya radyolarında her gün yayınlanmaya başladı. Ayrıca 1980 yılında yurdun birçok bölgesinde konserler vermeye başladım.

Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nun (DİSK) açık hava konserlerinde sahne alıyordum. Albümümün satışı 100 bini aşmıştı. 22 Nisan 1980 gecesi evim basıldı, eşyalarım parçalandı kitaplarım toplandı, binlerce kitabın içinden Maksim Gorki’nin Ana adlı kitabını kitabını bahane göstererek beni karakola götürdüler. Derlediğim 200’den fazla türkümün kayıt bantlarını aldılar. Ne olduğu meçhul, hiçbirisini geri alamadım. Tam iki gün iki gece işkence gördüm. Piyasaya çıkan türkülerimi kopyalayıp sattılar. Yüklü paralar kazandılar. Ben yöreyi terk ettim.

Nasıl Müzik Yapıyorsunuz?

Türküler halkın kitabı, gazetesi, iş ve imecesinin güç kaynağıdır.  Çünkü türkülerin içinde yaşanmış olaylar gizlidir. Halk söylemek istediğini ne varsa türküler aracılığıyla söylemiştir. Türküler halkın hamuru, mayası ve gazetesi gibidir. Türküler barışın en önemli öğesi ve insanlar arası ilişkilerin en sağlam köprüsüdür. Özgürlüğün, barışın, hoşgörü ve sevginin en önemli temel taşlarından biri olmuştur günümüze dek.

Nice uygarlıklara beşik olmuş, gözesinden Yunus Emreler, Pir Sultan Abdallar, Karacaoğlanlar, Dadaloğoğulları, Âşık Veyseller, Âşık İhsaniler, Âşık Mahzuni Şerifler, mahalli sanatçılar ve daha niceleri   çıkmıştır Anadolu’nun bağrından. Benim yaptığım müziğin temelinde bu ulu kişilerin hamuru ve mayası var. Onların açtığı yolu takip ederek, özünü bozmadan evrensel, çağdaş, dünyanın tüm türkülerinin kardeş olduğu, bir ağızdan söylendiği yere taşımaya çalışıyorum.

Almanya’ya Nasıl Geldin? Sizin Almanya Maceranız Nasıl Oldu?

İki gün iki gece işkence gördükten sonra serbest bırakıldım. Sonra peşimi bırakmadılar, ölüm tehditleri almaya başladım. Bir akşamüstü uzun yıllar bir daha geriye dönmemek üzere Ünye’den ayrıldım ve İstanbul’a gittim. Orada da peşimi bırakmadılar.18 Temmuz 1980’de alıp Selimiye’ye götürdüler, birkaç gün sonrada Metris cezaevinde kalabalık bir koğuşa bıraktılar. Koğuşta en az seksen kişi vardı. Elime bir bağlama verdiler. O an içimden gelen “Mahpusun etrafı yüksek duvarlar” uzun havasını söyledim. Askerler ve seksen kişi türküden çok etkilendi, hepsinin gözleri doldu.

Metris Askeri Cezaevi’nde ilk günümdü, yanıma bir asker yanaştı.
“Ağabey ben seni tanıyorum,” dedi ve gazeteye sarılı bir şey uzattı. “Üzerindeki giysilerin çok kirlenmiş giyersin!” dedi. Almak istemediysem de verdi. Ona zarar gelmesinden korkmuştum, ne dediysem ikna olmadı ve giysileri bana verdi. “Ben Fatsalıyım, sana yardım etmek boynumun borcu,” dedi ve çıkıp gitti. Üstüm başım kir pas içindeydi, bitlenmiştim. Yaşamım boyunca unutamadığım, beni çok etkileyen bir büyük insanlıktı bu.

On yedi gün sonra tekrar Selimiye Kışlası’na götürdüler, “Senin bir suçun yok!” diyerek serbest bıraktılar. Birkaç gün sonra Almanya’da çalışan tanıdığım biriyle 18 Ağustos 1980 tarihinde Almanya’nın yolunu tuttum. Gümrükte pasaport kontrolünde “Sen Almanya’ya giremezsin,” dediler. “Ben sanatçıyım,” dedim. Gazete kupürlerini TRT ve diğer belgeleri gösterince izin verdiler. 20 Ağustos 1980 Almanya’ya ayak bastım.

Almanya’da yaşamak ilk önce bana çok soğuk geldi. İlk aylarda bunalım geçiriyordum. Herkes sığınma talebi için yabancılar dairelerine gidiyordu. Ben iltica talebinde bulunmak istemedim. Müzik dersleri ve konserler vermeye başladım, düğünlerde sahneler aldım. Pasaporttaki vizem artık sona ermişti. Bochum Ruhr Üniversitesi Müzik Bilimleri Bölümü’ne kayıt oldum ve oturumumu uzattılar.

Türkiye’de mi Almanya’da mı Verimli Oluyorsunuz? Neden?

Türkiye’deki sanat yaşamımda çok zahmetli çalışmalarım oldu. Türküler derledim, türkülerin öykülerini yazmak için yıllarca dolaştım. TRT, konservatuar ve Kültür Bakanlığı Arşivi’ne çok değerli eserler kazandırmama rağmen, devamlı göz ardında kaldım. Türkiye’de kalsaydım bir tane bile kitap yazamazdım. Uluslararası gecelere çıkamazdım.

Almanya benim için çok büyük önem taşımaktadır. 1981 yılında Herten şehrinde Türk Danış görevlisi olan İsmail Kaplan ile tanıştım. Herten’de her yıl yapılan Halk Festivaline 1981 yılında Ruhi Su’yu davet etmişlerdi. Ruhi Su’ya yurtdışına çıkma izni verilmeyince, İsmail Kaplan beni önerdi ve festivale ben çıktım.

Programı izleyen en az altmış bin kişi vardı. Beni izleyenler arasında Dortmund Üniversitesi’nden Prof. Martin Geck ile tanışmam ve onunla çalışmam yolumu açtı. Gene Martin Geck’in arkadaşı Prof. İmgart Merk ile beraber çalışmalarımızdan beni kitap yazmaya teşvik etmesi çok önemli oldu. İsmail Kaplan ile beraber iki dilde “Hacı Bektaş Veli, Pir Sultan Abdal” geceleri projelerini hazırladık. Geceler için Kültür Daireleri büyük yardımlarda bulundular ve maddi destek sağladılar. Bu gecelere Almanlar ve Türklerden büyük katılımlar oldu. Almanya’nın birçok eyaletinde bu geceler devam etti.

Nasıl Bir Almanya İstiyorsunuz? Hayalinizdeki Almanya Nasıl Olmalı?

Bağnazlığa, önyargıya ve her türden tutuculuğa karşı, özgür düşüncenin duygularına sınırlar koymayan bir Almanya istiyorum. Canlı ve inandırıcı bir bilgi kaynağını, hiçbir insanı ayırmadan, kuşaktan kuşağa aktarılan, çağımızın barışçı, kardeşlik ve toplum kuruculuğun önemli bir nüvesinin oluşmasını diliyorum. 1987 yılında Duisburg’ta yazıp bestelediğim “Dost olalım” Duisburg Kültür Dairesi tarafından çıkarılan bir uzunçalarda yer aldı.

DOST OLALIM

Neden bana öyle sert bakıyorsun

                                        Gel arkadaş gel kardaş dost olalım

                                        Suçumuz nedir ki konuşmuyorsun

                                        Gel arkadaş gel kardaş dost olalım

 

                                        O soğuk bakışlar yakışmaz sana

                                        Maden kuyusunda fabrikalarda

                                        İnsanca yaşayalım hep bir arada

                                        Gel arkadaş gel kardaş dost olalım

 

                                        Bakma saçlarımın siyahlığına

                                        Konuşalım beraber otur yanıma

                                        Öğret bilmediğim arkadaşı bana

                                        Gel arkadaş gel kardaş dost olalım

Hamdi Tanses- Kemal Yalçın, Maizn-Bochum, 12.2.2021