EdebiyatKitap Tanıtımı

AHMET SEFA,  zor bir hayatın cesur, dürüst, vicdanlı  yazarıdır.

 

AHMET SEFA,  öğrenci direnişlerişlerinden, hapishanelere ve sürgünlere uzanan bir hayatın cesur, dürüst, vicdanlı  bir yazarıdır. 1954 yılında Adana’nın Kozan İlçesinde doğdu, Çocukluğunda Yaşar Kemal’in komşusuydu. Ceyhan’da büyüdü. Ankara Üniversitesi  Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Latin Dili ve Edebiyatı Bölümü’de  başladığı yüksek öğrenimini Beşeri ve Ekonomik Coğrafya Bölümü’nde tamamladı.

Ahmet Sefa, Hollanda’da yapılan bir yürüyüşte.

 

Yunanistan’da Lavrion Mülteci Kampında yaşanılanları kitaplaştırdı. Hollanda’da Homeros Edebiyat Dergisini çıkardı. 1985’ten bu yana işçi emeklisi olarak Hollanda’da yaşamaktadır. Yazarlık Hayatına 1985 yılında başladı. Sevmeyi Bilmek, Kargaşa, Oğlumun Güncesinden Öyküler 1, Oğlumun Güncesinden Öyküler1-2, Lavrion Öyküleri, Mavinin Yalnızlığı, Devrimin Çocuklarıydılar adlı kitaplarını yayınladı. Her şart altında yazarlığını sürdürdü. İlkeli ve tutarlı bir yazar olarak insan hakları mücadelesinde yer aldı. 1992-1999 yıllarında Fakir Baykurt’un kurduğu ve yönettiği Kuzey Ren Vestfalya Türkiyeli Yazarlar Çalışma Gurubu’nda yer aldı. Fakir Baykurt Okulu’nda yetişmiş yazarlardan biridir.

Kuzey Ren Vestfalya Türkiyeli Yazarlar Çalışma Gurubu Buluşması, 1994, Herford Ahmet Sefa, sağdan üçüncüdür.

 

Ahmet Sefa ile yaptığım söyleşiyi aynen yayınlıyorum.

Kemal Yalçın: 1 Sevgili Ahmet Sefa, senin yazarlık serüveni nasıl başladı? Neden ve ne zaman yazmaya başladın?

Ahmet Sefa 1: Çocukların geleceğine en büyük etkenler, yaşadığı coğrafya ile başta aile bireylerinden başlamak üzere çevresindeki kişilerdir; onlarla yaşadığın ortamlar, ortamlardaki konulardır, konuların dar, geniş söyleşili içerikleridir.

Henüz ilkokul birinci, ikinci sınıftayken Adana’nın Kadirli İlçesi’nde, komşumuz Yaşar Kemal’in, evinin bahçesinde küçük bir masada daktilosuyla yazılarını yazarken, o daktiloya dalıp giden bakışlarımın yıllar sonra açığa çıkan, özendiğim duygusunun ağırlığıyla başlar ilk etkilenmem.

Bir de aklım erdiğinden bu yana yaşadığım evlerde bir koca oda, raflarla kat kat hep kitaplarla dolu, kitaplık odası olurdu. O dönemin haftalık, aylık dergileri, günlük gazeteleri aile büyüklerimce okunmuş, arşivlenmiş olarak düzenle saklanırdı.

Sanırım yukarda yazdıklarım kitaba yakınlığımın, yazma isteğimin etkilenmelerinin başlangıçlarıdır.

İlk öykü yazma denemelerim; ortaokulda edebiyat derslerinde kompozisyonlarda en yüksek notları almamla gaza gelmem, küçük fıkralar gibi yazma denemelerimle başlar. Adana Ceyhan Lisesi’nde okulun aylık edebiyat dergisi Işınsu’da ilk şiirimin yayımlanmasıyla liseyi bitirdiğim (1971-72) yıl tuttuğum, o yılların sosyal, politik olaylarını, gelişmelerini (kendimce) yorumladığım, “Bir lise mezununun günlüğü” günlüğümün yazılışıyla sürer.

Yaşar Kemalleri okumak, Nazım Hikmet şiirlerini ezberlemeye çalışmak iyice edebiyatın içine çeker beni. İstanbul’a gittiğimde çalışmaya başladığım şair Muzaffer Arabul’un reklam şirketinde gazetelere reklam götürdüğümde bu kalın defterimi büyük umutlarla Milliyet gazetesinde (bir biçimde herkesi atlatıp odasına girerek) Burhan Felek’e, sonra iş götürdüğümde Tercüman’da Tarık Buğra’ya, en sonunda da Cumhuriyet Yayım Kurulu’na okumaları isteğiyle vermemin ardından aldığım, “Çok okumalısın çok…” yanıtlarıyla hayal kırıklıklarıyla biter. Heyecanım kaybolsa da kitap okumalarımı artırarak edebiyatın içinde olurum hep.

Neyse, uzattığımın ayrımındayım da çevre ilişkileri deyince, bir ara İstanbul Adana Talebe Yurdu’nun köşesinde açtığım köfte tezgâhına Tarsuslu yurt arkadaşlarımla Alpagut Olayı yazarı Haşmet Zeybek’le Aşık İhsani’nin sıklıkla gelişleri, söyleşilerimiz, Gorkileri, Tolstoyları okumalarımızın etkilenmelerini de notlayayım.

1974’te Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde Latin Dili ve Edebiyatı’yla yine yazın içindeydim. Nasıl olmazsın ki; Roma Edebiyatı derslerinde tam bir yıl, her hafta, saatlerce Çiçero’yu anlatmıştı profesör, onun azmini içimize işletmişti. Bu iç’te yazma eylemim yeniden deşelenmişti. İkinci sınıfta Ankara Merkez Kapalı Cezaevi’ne (Ulucanlar) düşmemle DGM’leri protesto için açlık grevlerinde volta alanımız (Şeftali Sokak’ta) astığımız “Direniş” duvar gazetesinde yeniden yazılarıma başladım. Asıl teşfiğim ise yurt dışına çıkışımın (1985!) ilk yıllarında Cengiz Gündoğdu yönetimindeki Varlık dergisinde ilk öykümün yayımlanması oldu ki odur budur yazmaya çalışıyorum.

  1. Bugüne kadar kaç kitap yayınladınız? İsimleri nelerdir?

1985’ten başlayarak; Sevmeyi Bilmek, Kargaşa, Oğlumun Güncesinden Öyküler 1, Oğlumun Güncesinden Öyküler1-2, Lavrion Öyküleri, Mavinin Yalnızlığı, Devrimin Çocuklarıydılar adlarında Türkçe öykü kitaplarım ile Dagboek van mijn zoon, Chaos adlı Hollandaca kitaplarım yayımlandı.

  1. 12 Eylül 1980 döneminin edebiyata yansıması nasıl oldu?

12 Eylül 1980 askeri darbesi yasaklanan kitaplarla cezaevini dolduran yazarlarıyla ilk planda geriletti, ancak direnişler, sonrasında devrimci toparlanmalarla yeni bir direniş edebiyatının yanı sıra ülkede, sürgünde yeni yazanlarıyla yazarların çoğalmasıyla yazınımızın güçlenmesini, çoğalmasını sağladı.

  1. 12 Eylül 1980 döneminin senin yazarlık hayatındaki yeri, etkisi nedir?

Dönemi yaşayan duyarlı her yazar gibi askeri faşist diktatörlüğü pratikleri, yazılarımın, öykülerimin öznesi oldu. Anılar, anımsamalar, direniş, mücadele pratikleri yansıdı; özellikle ilk profesyonel yazma yıllarım ilk kitaplarıma böyle yansıdı. Belge Yayınlarından çıkan Mavinin Yalnızlığı kitabımla Lavrion Öyküleri, diğer öykü kitaplarımın içine yerleştirilmiş öykülerle artık geçmişimle hesaplaşmayı bitirdiğimi düşündüm, şimdiyi, geleceği yazmam hızlandı.

Bu ara şunu da belirteyim: Son üç beş yıldır yazmadan epeyce düşündüm, çok çok okudum, yazar olarak eksiklerimi, eksikliklerimizi irdeledim. Artık çoğunlukla okuma alışkanlıklarını bile terk etmiş sen, ben, bizim oğlanla mı, aynı konularla aynı cenderede azalmış okuyucu kitlesiyle mi yetinmeliyiz sorularını sordum; daha iyi yazmalıyız, yazında da yenilenmeliyiz, yeni konularla yeni okura ulaşmalıyız düşüncesiyle geçmiş yazma dönemimi tamamlamalıyım kararına vardım. Devrim, yenilik, yenilenmekse, devrimci de yeniyi arayan, bulan, kendini geliştiren olmalıdır savıyla yazın hayatımda yenilenmeye çabayla yüzden biraz fazla şiirimle yüz elli civarındaki denemelerimi toparlamaya başladım, heybemin bir kenarına koydum. Altındağlı, sosyal edebiyat örneklerinden Kumar Aşkına ile Futbol Aşkı romanlarımı noktaladım, heybenin öbür gözüne istifledim, dinleniyorlar. Hızım yerindeyken futbolun felsefesini anlattığım Futbolcu adlı roman çalışmama başladım. Sonbaharda (koşullarım uygun olursa belki de daha erken) bitireceğimi sanıyorum!

  1. Nasıl yazıyorsun? Evde mi, otelde mi?

Evde yazamıyorum, kalabalık, sağıyla soluyla gürültülü. Ya boş bir masa buldukça kütüphanede ya da bir arkadaşım gel derse, onun yazlığında yazıyorum. Genelde kimi kişi yılda bir haftalık da kullansa, kimseye açmıyor yazlığını. Bir dostumun evini yaz ayları dışında bir iki ay kullanıyordum, arkadaşım ölünce yine gitmek içime sinmedi, arayıştayım, bakarsın birileri, gel/git, iki ay kullan deyiverir! Oteller ise ideal olsa gerek ama birkaç günlük sorun değil de bir iki aylığa gücüm yetmiyor, bu nedenle düşünemiyorum bile.

Kuzey Ren Vestfalya Türkiyeli Yazarlar Çalışma Gurubu Buluşması, 1994, Herford. Ahmet Sefa önce soldan üçüncüdür.
  1. Sürgün hayatı ne zaman başladı? Sürgünde bir yazar olmak ne demektir?

1985’te başladı sürgün hayatım. Buralarda da Türkçe yazdığım için Türkiye’de yayınlanması önemli. Diğer yazanlarımız gibi yayınevleri deneyimsizlikleri oldukça etkiliyor. Yayıncı arayışına giriyorsun, bilemiyorsun ne nedir, kim kimdir! Benim ilk kitabımdaki şansım Ankara’dan tanıdığım yazar, yayıncı, kitabevi sahibi Remzi İnanç’ı tanımam oldu, iyi de oldu.

Bizde konuk olduğu günlerde öykülerimi görüp önermesiyle ilk kitabımın çıkması önümü açtı, çok yazar, şair arkadaşıma da önayak olundu böylece.  Yirmi beş, yirmi altı yıl ülkeye gidememenin etkisiyle ne yayımcılığı takip edebildim (şu anda yurt dışındaki arkadaşlarımın çoğu bu halde diye bahsediyorum) ne gelişen yazın hayatını. Yine sonraki tıkanıklığım Belge Yayınları sahibi Ayşe Zarakoğlu ile Almanya’da tanışmamla açıldı, Belge’nin sahiplenmesi, Ragıp Abi’nin bana desteğiyle üç kitabımın yayımlanması, ortamı, piyasayı tanımama da neden oldu.

Diyeceğim şu ki; yurt dışının işi zor, yıllar sonra öğrendim, öneririm ki, iyi, daha iyi yazmalıyız, daha ilginç, daha yazın gücümüzü katlayarak başlamalıyız işe. Son olarak yayıncılık konusuna ekleyeceklerim; ancak iyi yazarsak bilinen yayın evlerinde yayımlatma olanağımız olur. Buralar okur, değerlendirir, olur ya da olmaz der. Umutlanılan çeşitli siyasi çevrelerin yayın evleri de var.  Maalesef bu arkadaşlar, üç beş kendi yazarı dışına bakmaz, oralarda iyi (torpil) tanıdık gerekir, o zaman yayımlatma fırsatınız olur, benden söylemesi. İşte böyle Kemal Hocam, sağ olasın; sordun, yanıtladım. Sevgiler, başarılar.

  1. Sevgili Ahmet Sefa, bu söyleşi için çok teşekkür ederim.

Ben de ok teşekkür ederim Sevgili Kemal Yalçın.

Nimegen -Bochum, 2 Şubat 2021 Ahmet Sefa- Kemal Yalçın