Geziler

DERSİM 1937/38 İNCELEME GEZİSİ İZLENİMLERİ 23-31 Mayıs 2025

 

Tarihin İzinde: Geçmiş ve Günümüz

 İnceleme gezisi Dersim Tarih ve Kültür Merkezi (DKG) tarafından düzenlenmişti. Gezinin programı, tanıtımı, diğer kurumlarla iletişimler Yaşar Kaya ile Hüseyin Aydın sorumluluğunda gerçekleşti. Gezi 23 Mayıs-31 Mayıs 2025 tarihlerinde yapıldı. Gezi hazırlıkları bir yıl önceden başlamıştı. Gezi öncesi ayrıntılı gezi programı Almanca olarak hazırlanmıştı. Geziye katılacaklarla zoom programı üzerinden tanışma toplantısı yapıldı.

Bu geziye Dersim 1937-1938 Sözlü Tarih Projesinde görev almış olan 3 profesör, 6 üniversite öğrencisi, 2 gazeteci, 1 yazar ve Dersim Tarih ve Kültür Merkezi yöneticisi 6 kişi olmak üzere toplam 18 kişi katıldı. Ben de bu geziye, Sözlü Tarih Projesinde görev almış bir yazar olarak katıldım.

inceleme Gezi Grubu Değirmen Kayalıkları önünde, Dersim, 25.5.2025

Ben çocukluğumda, ilkokulda, öğretmen okulunda Alevi, Kızılbaş adını duymamıştım.

Ben Denizli’nin Honaz bucağında 1952 yılında doğdum. Türk, Sünni, Müslüman bir aile içinde büyüdüm. Dedem kış aylarında ücretsiz namaz surelerini öğretir ve dini bilgiler verirdi. Ben de daha ilkokula gitmeden dedemden namaz kılmayı, namaz surelerini, dini bilgileri öğrenmiştim. Annem ve babam hacıya gidip gelmişlerdi.

Honaz’da Alevi yoktu. Sadece Dereçiftlik adlı bir Tahtacı köyü vardı. Çocukluğumda, ilkokul hayatımda hiç Alevi ismini duymamıştım. Isparta Gönen İlk öğretmen Okulu’nda 5 yıl okudum. Alevi, Kızılbaş, Dersim adını hiç duymamıştım.

İstanbul Çapa Yüksek Öğretmen Okulu ve İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü’nde hiç Alevi, Kızılbaş, Dersim adını duymaya başlamıştım. Fakat Dersim 1937-1938 tarihini duymamıştım, bu tarihe merakım da yoktu. Halbuki sol düşünceleri ve sol siyasetleri savunuyordum.

1975-1976 yıllarında Tüm Öğretmenler Birleşme ve Dayanışma Derneği (TÖB-DER) İç Anadolu Bölge Temsilcisi ve Ankara Genel Yönetim Kurulu üyesi idim. Kürt sorununu tartışıyorduk. Fakat Dersim olaylarını, Dersim katliamını hiç konuşmuyorduk.

1975 sonrasında, özellikle 1978 Maraş katliamından sonra Aleviler konusuna ve Dersim tarihi konusuna ilgi duydum.

1978 yılında Halkın Yolu adlı haftalık bir siyasi gazetenin sahibi oldum. Gazetemin çalışanları, yazarları arasında Dersimli arkadaşlarım, yoldaşlarım vardı. Gazetenin yazı işleri müdürü Celal Taş Dersimli idi. Fakat buna rağmen 1937-1938 Dersim Tertelesi hakkında derinlemesine bilgim yoktu.

1937-1938 Dersim katliamı, Dersim Tertelesi hakkında okumaya ve araştırmaya Almanya’da 1993 Sivas Katliamı sonrasında başladım. Dersim Tertelesi tarihini 2000 yıllarından sonra okumaya ve araştırmaya başladım.

“Dersimin Kayıp Kızları” adlı belgesel beni çok etkilemişti. “Anadolu’nun Evlatları” adlı kitabımda Erzincanlı Alevi arkadaşım Binali Bozkurt’un hayatını yazdım. Dersimli arkadaşlarımın kitaplarını okudum. Bazı kitapların yayınlanmasına yardımcı oldum. Fakat Dersim’e gidip, Dersim 1937-1938 Sözlü Tarihini araştırmak işini yapamadım.

2010-2018 yılları arasında Bochum’da üç ayrı ilkokulda Türkçe öğretmenliği yaparken veliler tarafından “Türkçe derslerinde Alevilik propagandası yapıyor,” iddiasıyla okul müdürlerine ve eğitim müdürlüğüne şikâyet edilmiştim.

Ermenilerle ilgili araştırmalarım sırasında 1915-1916 ve 1937-1938 Dersim’deki Ermeni-Kızılbaş ilişkilerine merak sardım.

Yaşar Kaya Bochum’dan arkadaşımdır. Dersim Sözlü Tarihi Projesini ondan dinledim. Bana Türkçe çevirilerin düzeltmenliğini teklif etti. Kabul ettim.  Düzeltmelerini yaptığım her tanık beni çok etkiledi, bakış açımı değiştirdi. Türkiye Cumhuriyeti hakikatleri kendi vatandaşlarından gizleyerek halkına haksızlık yapmış, bilgi eksikliği her zaman yanlış sonuçlara götürüyor. Bu projeden daha şimdiden çok şey öğrendim, proje benim bakış açımı değiştirdi. Bu tanık anlatımları Kırmancki, Türkçe ve Almanca olarak Berlin Hür Üniversite üzerinden kamuoyuna açıldığında eminim benim gibi binlerce insan hakikatleri görecek ve fikirlerinde değişimler olacaktır.

Dersim İnceleme Gezisine canlı tanıkların anlattıkları olayların mekanlarını görmek, Dersim’i tanımak için katıldım.

İyi ki katılmışım.

Bu gezi benim Dersim 1937-1938 tarihini yeniden düşünmeme ve kendi kendimle yeniden hesaplaşmaya yol açtı. Benim için çok yararlı oldu.

Düsseldorf’tan çıktık yola

Yolculuğumuz 23 Mayıs 2025, saat 20.50’de Düsseldorf Havaalanı’ndan başladı. Aynı uçakta Dersim’e gezmeye giden, Köln ve çevresinde yaşayan 30 kadar Dersimli de vardı. Uçağımız havalandıktan bir süre sonra Köln Dersim Grubu koru halinde Dersim türküleri söylemeye başladı.  Ben ilk kez uçak yolculuğunda koro halinde türkü, şarkı söylendiğini gördüm ve yaşadım. Böylece Dersim heyecanı uçakta başladı.

Türkiye saatiyle 01.50’de Elâzığ Havaalanı’na sağ salim indik. Havaalanından çıktığımızda bizleri Tunceli’ye götürecek olan dolmuşların şoförleri güler yüzle hepimizi karşıladılar.

Konaklama yerimiz Tunceli Munzur Üniversitesi Misafir Evi’ne sabaha karşı saat 05.00’de vardık. Sabah oluyordu, ortalık ağarmıştı. Konuk Evi Munzur Üniversitesi Rektörlük binasının yanında idi. Rektörlük Binası’nın önünde Atatürk heykeli vardı. Heykelin kitabesinde “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir,” yazılıydı. Rektörlük binasının anlına ise altın yaldızlı büyük harflerle “İlimle gidilmeyen yolun sonu karanlıktır. Hünkâr Hacı Bektaş Veli,” yazılıydı.

Atatürk’ün veciz sözü Türkiye’de her yerde, okullarda, Atatürk anıtlarında yazılıdır. Fakat Hünkâr Hacı Bektaş Veli’nin veciz sözünün bir üniversitenin rektörlük binasının alnına yazıldığını ilk kez Munzur Üniversitesi’nde gördüm. Mutlu oldum.

Gezi rehberliğimizi Dersim Tarih ve Kültür Merkezi Başkanı Ahmet Canpolat ile Yaşar Kaya ve Hüseyin Aydın yapıyorlardı.

“Arkadaşlar saat 13.30’da dolmuş gelecek. Hep birlikte Tunceli merkeze gideceğiz. Hepinize iyi dinlenmeler,” dediler.

Odalarımızın anahtarlarını aldık. Odama çıktım. Balkon kapısını açtım. Yemyeşil bir dünya ile karşılaştım. Munzur Baraj Gölü yemyeşil, durgun sularıyla bana “Hoş geldin Kemal!” dedi.

“Hoş bulduk Munzur! Hoş bulduk Dersim!” diyerek selamlaştık.

Dersim’de ilk sabah böyle başladı.

Dersim’de ilk gün

İnceleme Gezimiz adım adım, saat saat düzenli bir şekilde Munzur nehri gibi akmaya başladı. Dolmuşumuz zamanında gelmişti. Gezi grubumuz zamanında dolmuşta yerlerini almıştı.

Munzur Üniversitesi ile Tunceli merkezi arası 10 km kadar. Önce döviz bozdurmak için Tunceli merkezine gittik.

Her yer dağ taş yemyeşil! Ben çok şehir gezdim ama Tunceli gibi yeşili suyu bol bir şehir görmedim.

Başka yerlerde insanlar dağlar için türkü çeker, Dersim’de ise dağlar insanlar için türkü söyler

Kahvaltı yapmak için Tunceli merkeze 10-15 km kadar uzaklıkta, Munzur nehri kıyısında, Munzur vadisinde bulunan Mariott adlı lokantaya gittik. Munzur Vadisi Milli Park olmuş. Yüksek dağlar, dik ve sarp kayalar, Munzur’un gür, delice akan mavi suları, mavi gökyüzü, kuş ve rüzgâr sesleri hepsi birleşerek bir doğa senfonisi meydana getirmişti.

Kahvaltımızı Munzur Vadisi Doğa Senfonisini dinleyerek yaptık.

Kahvaltıdan sonra Tunceli’ye dönerken Fatma Ana Ziyaret yerine uğradık. Çerağ yaktık. Burada çerağ satan, açıklamada bulunan bir kişi, “Munzur’un hızla başını vurduğu, keskin dönemeç yerlerinde genellikle bir dua yeri, bir ziyaret yeri vardır,” dedi.

Dersim doğasında konuşan da yazan da türkü söyleyen de hep Munzur ve dağlar.

25 Mayıs 2025, Pazar, Ovacık ve Munzur Gözeleri

İnceleme gezimiz esas olarak 25 Mayıs 2025, pazar günü sabah erkenden başladı. Munzur kenarında kahvaltı yaptık. Gezi rehberimiz Yaşar Kaya, günlük planımızı açıkladı. Hedefimiz Ovacık ilçesi. Orada Fırat nehrinin ana kaynaklarından biri olan Ovacık’taki Munzur Gözelerine gideceğiz. Munzur Belediye başkanı ile görüşeceğiz. Ovacık’a giderken 1938 yılında meydana gelmiş katliamın mekanlarını da görüp inceleyeceğiz.

İlk durağımız: Kemere Areyi (Değirmen Kayalığı)

Tunceli’den Ovacık’a gidiyoruz. Munzur sağımızda, derin vadinin dibinde masmavi akıyor. Solumuzda dik ve sarp kayalar.  Tepemizde masmavi gökyüzü ve her yer yemyeşil! Kayaların bağrından yemyeşil bir dünya fışkırıyor.

Gezi Grubumuz 217 insanın katledildiği Kemere Areyi / Değirmen kayalığı önünde. 25.5.2025

Durduk. Yaşar Kaya açıklıyor:

“Buraya Kemere Areyi (Değirmen Kayalığı) denir. Bakın şu karşıdaki sarp kayanın başı 1938 katliamının yapıldığı yerlerden biridir. Önce burada fotoğraf çekilelim. Sonra o kayanının başına gideceğiz.”

Fotoğraf çekildik. Henüz daha katliam nerede, nasıl olmuş farkında değiliz. Vahşi, çok etkileyici bir doğa ile selamlaşıyoruz.

Kemere Areyi kayalığının başındaki düzlük aşağıda kaldı. Rehberlerimiz önde bizler arkada dik bir vadiye doğru inmeye başladık. Ceviz ağaçları ve koyu gölgeli ağaçlar örtmüş her yeri.

40-50 adım kadar inince harıl harıl, çağıl çağıl akan bir pınara rastladık.

Vara vara vardık bir kara taşa!

Pınar’ın yanından geçerek aşağıya indik. Az önce fotoğraf çekilirden karşıdan gördüğümüz kara kayalığın başındaki düzlüğe vardık. Kayalığın kenarına kadar yaklaştım. Korkunç bir uçurum. Bakınca gözüm kararır gibi oldu. Hemen geri çekildim. İnsanın ayağı kaysa da düşüverse kayalığın dibinden akan Munzur nehrine her halde cesedi düşer.

Yaşar Kaya aldı sözü:

“Arkadaşlar burada, şu an ayak bastığımız toprağın üstünde, şu daracık düzlükte 15 Ağustos 1938 günü resmi kayıtlara göre 217 canımız, çoluk çocuk, genç yaşlı katledildi. Aralarında 7 Ermeni aile de vardı.

 

Gezi Grubumuz 217 insanın katledildiği Kemere Areyi / Değirmen kayalığı önünde. 25.5.2025

İnsanlar köylerinden toplanıp “Yanınıza yalnızca değerli eşyalarınızı alın. Sizi sürgün edeceğiz, gittiğiniz yerde size her şey verilecek, ihtiyaçlarınız karşılanacak,” denilerek getirilmişlerdi. Hava çok sıcaktı. Herkes, özellikle çocuklar çok susuzdu. Oraya vardıklarında kurulmuş ağır makinaları görünce kâmil adamlar bunun bir sürgün yolculuğu olmadığını anladılar. Sözü geçenler, ölüme gittiklerini biliyorlardı.  Çocuklar su içmek isteyince uyardılar: “Bırakmayın çocuklar su içsinler. Hz. Hüseyin’de Kerbela’da su içmeden öldü. Biz de onlar gibi susuz öleceğiz,” dediler.

Harıl harıl, buz gibi akan suyun başından bir yudum içmeden ayrıldılar.

Askerler insanları uçurumun kenarına yüzleri Munzur’a ve uçuruma dönük olarak sıraya dizdiler.

Ölüm anı gelmişti.

“Ya Hz. Hüseyin bugün senin günündür, bugün Kerbela günüdür, sana kavuşuyoruz, kabileni yalnız bırakma!” çığlıkları, makinalı tüfeklerin ta ta ta taaaaaa seslerine karıştı. Sırtından kurşunu yiyen insanlar Kamere Areyi kayalığının uçurumuna düşüyordu…

Ağır makinalının mermileriyle uçuruma uçamayan insanları askerler süngüleriyle Munzur’a attılar.

Bu katliamdan sadece üç çocuk kurtulmuştu. Askerler çocukları ayaklarından tutarak boşuna mermi harcamamak için Munzur’a atmışlardı.

Fakat bu çocukların elbiseleri, etekleri kayalığın dibindeki ağaçların dallarına takılmıştı. Ağaçlar onları kurtarmıştı.

İşte bu çocukların akıbeti hakkında Süleyman Ağlar ile Ede Ağlar Dersim Sözlü Tarih Projesi kapsamında yaşananları, tanık olduklarını anlattılar. İnsanlık 15 Ağustos 1938 tarihinde olup bitenleri onların anlatımlarından öğrendi.”

Hepimiz donup kaldık!

Canan’a baktım. Gözlüğünün altından akan yaşlar çığlık olarak yere düşüyordu. Gitti bir ağacın beline sarıldı ve öptü. Sonra orada bir çerağ yaktı. Dua etti. Başka arkadaşlar da çerağ yaktılar. Dualar ettiler.

Ben bir yerde idim, bir gökte! Bir Almanya’da idim bir Kamre Holvoriye’de! Bir dündeydim bir bugünde!

İçim içime sığmıyordu!

Köroğlu olmak, Çakıcı Mehmet olmak, bastığım toprağa, karşı dağlara, kayalara çığlıkları sinmiş, ahları yerlerde kalmış insanların ahlarını almak geliyor içimden!

Başka yerlerde insanlar dağlar için, Dersim’de ise dağlar insanlar için türkü söylüyor!

Ben Dersim üzerine türküler söyledim, yazılar yazdım. Fakat Dersim’e gidince, Dersim dağlarının sessiz çığlığını duyunca, ölüme giden insanların kanlarıyla sulanmış toprağa dokununca Dersim’i eksik anladığımı, yazıp çizdiklerimin eksik olduğunu gördüm.

Ben ilk kez Dersim’e gittim. Dersim’in doğası, yemyeşil, sarp, yüksek karlı dağları, hızlı akan gür sulu nehirleri beni çok etkiledi.

Fakat beni bu harika doğa parçasında 1937-1938 yılında yaşanmış olan Dersim Tertelesinin, Alevi katliamının, soykırımının yapıldığı dereler, Munzur nehri kenarındaki uçurumlar, kayalıklar, dik ve dar vadiler çok daha fazla etkiledi.

Ölüme giden insanların çığlıkları taşa, toprağa, dağlara, vadilere, kayalıklara sinmiş. Gözünüzü kapar kapamaz o çığlıklar arasında kalıyorsunuz. Vicdanınız ile karşı karşıya kalıyorsunuz.  Siz de ölüme gidiyor ve sessiz bir çığlık atıyorsunuz!

Canlı tanıkların anlattıkları beni etkilemişti, fakat anlatılan mekanları görüp yaşayınca sarsıldım, isyan ettim

Demek ki sadece anlatım, sadece söz yetmiyormuş gerçekleri daha derinden anlamaya ve yaşamaya. Gerçekler yer, zaman ve mekanla bütünleşerek ete kemiğe bürünüyormuş.

Tarihi gerçeklerin anlaşılmasında ve aydınlatılmasında yazılı belgelerin yanında bizzat bu olayları yaşamış olan insanların, canlı tarihlerin anlatımları çok önemlidir. Rakamlar ve belgeler kurudur. Canlı tarihler ise duygularıyla, düşünceleriyle, acılarıyla, gözyaşlarıyla, dağlarıyla, taşlarıyla vicdanımıza hitap ederler, hayatı daha yakından kavramamıza yardımcı olurlar.

Fakat canlı tarihlerin anlatımları, bu insanların felaketi yaşadıkları yerleri görüp yaşayınca çok daha çarpıcı, çok daha etkili ve sarsıcı oluyor.

İyi ki Dersim İnceleme Gezisine gelmişim! İyi ki 1937-38 Dersim Sözlü Tarih Projesi’nin Türkçe düzeltmenliği sorumluluğunu üstlenmişim!  Bu gerçekliği anlayınca, bu tür Dersim İnceleme Gezilerinin çoğaltılmasını, gençlerin buralara getirilmesini, bu insanların, bu gençlerin Dersim tertelesinde katledilen insanların çığlıklarını dağlardan, taşlardan ve Munzur’dan dinlemelerini öneriyorum.

Laç deresi, ölüm deresi

Munzur dağlarının bir ucundan Ovacık’taki gözelerden Munzur doğuyor, diğer ucundan ise Pülümür suyu doğuyor. Bu iki nehrin arasında derin bir kanyon var. Bu kanyonun Muzur’a açılan yerine Laç Deresi, Pülümür nehrine açılan yerine ise Kutu Deresi deniyor.

Laç Deresi ve Kutu Deresi 1938 Tertelesinde binlerce Alevinin katledildiği ölüm dereleridir. Bu derelerden su ile birlikte kan akmıştır.

Ovacık Munzur Gözeleri

Munzur Vadisi’nin kıyısından, kayaların dibinden geçerek Ovacık’a vardık. Gerçekten adı gibi küçük, dümdüz, yemyeşil bir ova. Dağların başı karlı. Uzanıversen bir avuç kar alıp getirecek kadar yakın görünüyor karlı vadiler, yarlar.

Fırat nehrinin başlangıcı olan olan Ovacık ilçesi Munzur gözeleri, 25.5.2025 Ovacık

Ovacık ilçesi büyücek bir köy. Nüfusu 3000 kadarmış. İlçenin ortasından geçerek Munzur gözelerine vardık. Dolmuşumuzdan indik. Yürüyerek su sesinin geldiği yöne yürüdük!

Vay anam vay! Her yerden su fışkırıyor! Bu kadar bol sulu pınar, bu kadar bol sulu göz, bu kadar başı kutsal göze hiç görmemiştim!

Benim köyümde, Denizli’nin Honaz ilçesinde “Pınarbaşı” ya da “Kocagöz” dediğimiz büyük pınar vardır. Kayaların altından su fışkırır. Bu sular Honaz Ovasını, Honaz’ın kiraz bahçelerini sular. Bir zamanlar altı değirmenin çarkını çevirirlerdi. Son zamanlarda sular azaldı. Değirmenler kapandı.

Benim görüp   bildiğim en büyük göz, göze Honaz’daki Kocagöz’dü.

Fakat Ovacık’taki Munzur gözelerinin bir gözesinden on değirmen çarkını çevirecek kadar su fışkırıyor.

Munzur Gözesi’nin kutsal mekanına çera yaktık. Sonra kayyum tarafından görevden alınmış Ovacık Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül bizim Gezi Grubumuzu bir lokantada kabul etti.

Al gözüm seyreyle dünyayı!

CHP’li Ovacık Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül Fırat nehrinin ana kaynağında, su sesleri arasında, karlı dağların önünde aldı sözü. Başladı anlatmaya:

“Göreve geldikten kısa bir süre sonra, 22 Kasım 2024 tarihinde bir bahane uydurularak görevden alındım. Hakkımda dava açıldı. Yerime kaymakam vekil olarak atandı. Kanun gereğince davadan beraat etsem bile yeni bir seçime kadar göreve dönemeyeceğim.

1994 yılında Ovacık köyleri boşaltıldı. Hayvancılık öldü. Ovacıkta iş kalmadı. Gençler hep terk etti gitti. Ovacıkta doğum oranı binde birdir. Genç nüfus yok artık.

Ovacık köylerinde 2007 sonrası evlerde tuvaletler kurulmaya başlandı. Ovacıkta kanalizasyon 2011’de gerçekleşti. 10 yıl önce organik tarım başlamıştı. Hepsi bitti. Ovacık’ın işe, iş yerine ihtiyacı var.

‘Komünist Belediye Başkanı’ diye göklere çıkarılan belediye başkanlığından bugün geriye bir şey kalmadı. Böyle bir şey yok! 229 oyla bir ilçeye komünizm mi gelir?  Komünizm, Sosyalizm buraya ithal edilmişti.

Ovacık’ta toplam kapasitesi 1000 yatak olan oteller var. Ovacık halkının dörtte biri turizm ile geçiniyor.

Daha önceleri Ovacık yaylalarında 300.000 kadar koyun, keçi yetişirdi. Ovacık yaylaları Ovacıklılara aitti. Sonradan Ovacık yaylalarını üç ayrı ilçeye, Pertek, Pülümür ve Ovacık’a verdiler. Günümüzde yaylalara Pertekli Şavvaklar sahiplendiler. Kürt Şavvakların %90 Müslümandır.

Benim yapacağım işler vardı. Gençlere iş imkanları yaratacaktım. Hepsi hayal oldu. Ama ümidimi kaybetmedim. Bir gün gelecek Ovacık gelişmiş örnek bir ilçe olacaktır.

26 Mayıs 2025 Munzur Üniversitesi ve Tunceli Müzesi’ni ziyaret

26 Mayıs 2025, saat 11.00’de gezi grubumuzu Munzur Üniversitesi Rektörü Kenan Peker kabul etti. İngilizce olarak Munzur Üniversitesi’nin kuruluşu ve gelişimi hakkında bilgiler verdi.

Munzur Üniversitesi 2008 yılında kurulmuş. Halen 7 000 kadar öğrencisi varmış. Munzur Üniversitesi’nin öğrencilerinin çoğunluğu Diyarbakır, Mardin, Şırnak, Bitlis ve Elazığ’dan geliyormuş.

Bu illerden gelen öğrenciler Tunceli yakın olduğundan ve Tunceli’de toplum hayatının sakin ve rahat olmasından Munzur Üniversitesi’ni tercih ediyorlarmış. Munzur Üniversitesi öğrencileri Tunceli’deki ekonomik ve toplumsal yapıyı olumlu yönde geliştirmişler.

Rektör Kenan Peker’den sonra grubumuz adına Hüseyin Aydın ve Ruhr Üniversitesinden Profesör arkadaşımız Christian Gudehus konuştular.

Munzur Üniversitesi Rektörü’nün sunumundan sonra Tunceli Müzesi’nin ziyaret ettik. Tunceli Müzesi 1937 yılında kışla olarak kurulmuş. Son yıllarda müzeye dönüştürülmüş. Müzenin bir bölümü Aleviler ve Alevi inancının gelişimine ayrılmış. Türkiye’de tek Resmi Alevi Müzesi Tunceli Müzesinin bir bölümüymüş.

27 Mayıs 2025. Düzgün Baba’yı ziyaret

Dersim bölgesinde birçok kutsal mekân, birçok kutsal ziyaret yerleri var. Bunlardan en önemlisi “Düzgün Baba” ya da “Duzgınn Bava” adlı dağ ve kutsal mekandır. Bu dağ, Dersim toplumu – özellikle bölgedeki Aleviler – için manevi ve kültürel kimliğin merkezi bir yeridir.

Düzgün Baba dağı önünde. 27.5.2025

Efsaneye göre, bu dağda Düzgün Baba adında kutsal bir adam yaşamıştır. Babası Kureyş ile birlikte köyde yaşarmış. Kış günlerinde keçilerin tok olarak eve gelmesini merak eden babası oğlunun peşinden ormana gider. Keçi hapşırınca “mübarek ne oldu, Khurese Kur mu geldi?” demiş.

Dönüp baktığında babasını görmüş. Babasına ismiyle hitap etmesi ama daha çok da küçük yaşına rağmen babasına gösterdiği keramet nedeniyle mahcubiyet yaşar ve Zargovit dağından bugün Düzgün Baba olarak bilinen yere gelip orada çile çekmeye başlar.

Kendisi keçi çobanı olarak tanınsa da yaşamı boyunca olağanüstü bir ruhsal saflık ve bilgelik kazanmıştır. Rivayetlere göre, sonunda saflığın ve kutsallığın en yüksek mertebesine ulaştığında “sır olur”, yani başka bir varlık düzeyine geçmiş sayılmıştır.

Düzgün Baba Dağı, bugün hâlâ önemli bir ziyaret ve hac yeri olarak kabul edilir. Özellikle Alevi inancına mensup insanlar hayatlarında en az bir kez bu kutsal yeri ziyaret eder. Burada, Düzgün Baba’ya bağlılıklarını ifade eder, ailelerinin sağlığı ve refahı için dua eder, çocuklarının, akrabalarının ve toplumlarının geleceği için dileklerde bulunurlar.

Dağın en dikkat çeken özelliklerinden biri, onunla özdeşleşmiş olan kutsal su kaynağıdır. Bu suyun, mekânın saflığı ve ruhsal enerjisiyle derin bir bağlantısı olduğuna inanılır. Efsaneye göre, ancak içsel olarak kendisiyle ve çevresiyle barışık olanlar bu sudan içebilir. Eğer bir kişi bu içsel saflığı taşımıyorsa, kaynak suyu akmayı keser ve ona kendini kapatır.

Ben ilk kez Düzgün Baba dağını gördüm ve kutsal mekânda inceleme imkânı buldum.

Düzgün Baba’ya 18 kişilik dolmuş ile gittik. Yollar dar ve sarptı. Bazı yerlerde iki araba yan yana sığamıyordu. Şoförümüz tecrübeli olduğu halde bazı virajları bir seferde dönemiyordu.

Düzgün Baba’ya giderken ön bilgileri Yaşar Kaya, Hüseyin Aydın Almanca olarak veriyorlardı. Düzgün Baba’ya yılda ortalama 100.000 kadar Alevi ve Alevi olmayan insan ziyarete geliyormuş.

Düzgün Baba bir ziyaret ve adak yeri. Her yıl 10.000 kadar adak kesiliyormuş. Adak kesim yerleri, adakların pişirileceği yerler tertemiz, düzenli. Etrafta sessizlik hâkim. Bağıran çağıran, koşup zıplayan kimse yok.

Doğa vahşi, dağlar dik ve sarp idi. Sarp dağların en yüksek tepelerine gözetleme yerleri yani “Kalekol” inşa edilmişti.

Her yerleşim yeri kontrol altında idi.

Döne döne, yokuşları çıktık.

Vara vara vardık, Düzgün Baba dağına. Kayalar o kadar dik ve sarp idi ki, sanki yenile bir yanardağın ağzından gökyüzüne doğru çıkıvermişlerdi.

Cemevi’nin ana giriş kapının alnına “Öl ikrar verme, öl ikrarından dönme,” yazılıydı. Kapının sol tarafında ise Hacı Bektaş-ı Veli’nin şu mısrası yazılmıştı:

Erkek dişi sorulmaz, muhabbetin dilinde

Hakk’ın yarattığı her şey yerli yerinde

Bizim nazarımızda, kadın erkek farkı yok,

Noksanlıkla eksiklik, senin görüşlerinde.

 

Hazreti Hüseyin’in büyük bir resminin üstünde ve altında ise şunlar yazılıydı:

Ferman Yezid’in ise

Meydan Hüseyin’indir

Zulüm altındaki her mekân

KERBELADIR

 

Nazimiye Düzgün Baba Cemevi düzenli, temiz, tertipli, bakımlı bir mekandı. Duvarlarda, kapı girişlerinde anlamlı veciz sözler, mısralar yazmışlardı.

Sey Qaji’den anlamlı bir mısrada şunlar yarılıydı:

Her ot kendi kökünde biter

Her kuş kendi dilinde öter

Kim aslını inkâr ediyorsa

Toz atar yoluna, izine

Yok olur gider.

Sey Qaji’den bir vecizeyi de Cemevi’nin doğu tarafındaki duvara yazmışlar:

Aysız ve güneşsiz dünya karanlıktır

İlim ve irfansız (Toplum) da karanlıktır.

 

Cemevi’nin doğu tarafında bir bahçe kurulmuş. Buraya 1993’de yakılan canların isimleri yazılmış ve kitabeye şunlar yazılmış:

Düzgün Bava diyarı

Sivas (Madımak’ta) yakılan canlarımızın hatıra ormanı.

 

Düzgün Baba Cemevi’nin düzenlenmesinde Türkiye’nin çeşitli illerinin belediyeleri katkıda bulunmuşlardı.

Düzgün Baba’nın sır olduğuna inanılan yere yürüyerek bir buçuk saatte varılıyor.

Düzgün Baba’ya ziyarete gelenler bu dik yolu yürüyerek çıkıyorlardı.

Ben ancak 200 metre kadar yokuş tırmanabildim. Birinci çeşmenin başına kaldım. Grubumuzdaki arkadaşlar yollarına devam ettiler.

Düzgün Baba’ya gidenler dik ve dar yürüyüş yolunda birbirlerine güç veriyor, “Allah duanı kabul etsin!” diye selamlıyor. Kimi İstanbul’dan gelmiş, kimi Berlin’den…

Düzgün Baba’ya çocuğu olmayanlar bir hayırlı evlat için duaya geliyorlar. Dilekleri kabul olarak bir hayırlı evla sahibi olanlar adaklarını sunuyorlar. Kimileri erkek çocuklarına Düzgün ismini veriyorlarmış.

Bir kadın gördüm. Yüzünü Düzgün Baba dağının zirvesine dönerek hem ağlıyor, hem ağıt yakıyordu.

Bir süre sonra sustu. Ağaçların gölgesindeki banka oturdu. Yanına gittim. “Kardeşim neden ağladın, neler söyledin?” diye sordum.

Yanında oturan adamı gösterdi. “Bu adam benim kocamdır. 5 yıldan beri hastadır. Kocama derman vermesi için Düzgün Baba’ya yalvardım,” dedi.

Herkesin sakin ve sessizce oturduğu bir yerde orta yaşlarda bir kadın kâh koşuyor, kâh gülüyor, kendi kendine yüksek sesle konuşuyordu.

Çevredeki insanlardan birine “Kimdir, nicedir bu kadın?” diye sordum.

“Başından çok acı olaylar geçmiş, aklını oynatmış. Buraya derman bulmaya gelmiş. Hep böyle koşuyor, gülüyor, ağlıyor. Allah kullarının aklını başından almasın! Düzgün Baba bu insanlara derman versin!” cevabını verdi.

İnsanoğlu demirden sağlam, pamuk ipliğinden nazik!

Kim bilir ne derdi vardı bu kadının?

28 Mayıs 2025, Yaşar Kaya’nın köyü Haniye Dızdu’da (Pınar köy)1938 Anması

Bugün önemli bir gün olacak. Arkadaşımız Yaşar Kaya’nın köyüne gideceğiz ve 1938’de katledilmiş olan akrabalarını katledildikleri mekânda anacağız.  Yolumuz uzun. Bu nedenle erkenden kalktık, Konukevi’nde kahvaltı yaptık ve erkenden yola koyulduk.

Yaşar Kaya’nın köyünün adı Haniye Dızdu’da (Pınar köyü). Kureşan Aşireti’ne bağlı bir köy. Önceden haberdar edildiği için köye vardığımızda bizi Yaşar Kaya’nın köylüleri ve akrabaları karşıladılar.

Yaşar Kaya ve kardeşleri köyde büyük bir betonarme ev yaptırmışlar. Evin yönü derin bir vadiye bakıyor. Karşılarda yemyeşil sarp dağlar. Dağın tepesinde bir gözetleme kalekolu var.

Yaşar Kaya, Hüseyin Aydın, Ahmet Canpolat ayrı ayrı bilgi veriyorlar. İki televizyon ekibi de geldi.

Hep birlikte bir derenin sırtından aşağı doğru yürümeye başladık. Solumuzda Dere Meyitu, sağımızda bir başka dere.  İki derenin arasındaki sırttan yürüyoruz. Vara vara Dere Meyitu’nun dibine indik.

 

Ölüm Deresi’nde insanların katledildiği vadiye iniyoruz. 28.5.2025

Neredeyim ben? Zaman ne zaman şimdi?

Dersim’e gelmeden önce Almanya’da son yaptığım düzeltme Yaşar Kaya’nın 16.01.1930 tarihinde Hêniyê Dızdu’da doğmuş olan Amcası Hasan Kaya ile Wiebaden’de, 15 Mayıs 2015 tarihinde yaptığı mülakat idi.

Yaşar Kaya çok yakın arkadaşım, dostum, yoldaşım olduğundan amcasının anlattıkları beni daha çok etkilemişti.

Bugün 28 Mayıs 2025, Yaşar Kaya’nın köyü Haniye Dızdu’dayım. Hasan Kaya’nın sekiz yaşında iken 20 Ağustos 1938 günü yapılan katliamı gözleriyle gördüğü Dere Meyitu’dayım.

Bir karşı dağlara bakıyorum, bir derenin dibine! Bir 1938’deyim bir 2025’te.

Bir anda Hasan Kaya’nın sesi kulaklarımda çınlamaya başladı. Tüylerim diken diken oldu. Titriyorum, ölüme gidiyorum….

 

İnsanları Hêniyê Dızdu’da
Bizim köyün altında o derede katlettiler.
Ben gözlerimle cesetleri gördüm.

O derede insanları katletmiş,

üst üste atmışlardı.

 Babamı aynı yerde öldürüyorlar.

Aynı yerde öldürüyorlar.

Ben bu gözlerle gördüm.

 

Belki de o kırmızı taş hâlâ oradadır.

Böyle büyük bir taştı, biz onu babamın öldürüldüğü yere dikmiştik.

Cesetler öylece orada güneşin altında kaldılar, şey olup gittiler.

Orada biraz toprak üstüne atıldı.

Daha sonra, Allah razı olsun, rahmetli baban o kemikleri toplayıp

mezarların alt tarafında orada toprağa koydu.

Cesetler çürüyorlar tabi cesetler iki günde çürürler, öyle kalmazlar.

İnsan bedeniyle afedersin hayvan bedeni bir değil.

İnsan bedeni daha çabuk çürüyor, hem de daha erken koku giriyor.

Öyle bir koku geliyordu ki, insan yanına gidemiyordu.

Öyle bir koku geliyordu ki insan o tarlaya gidemiyordu.

Öyle kokuyordu ki, insan Wuşênê Muxtar’ın tarlasına gidemiyordu.

Ne diyeyim demek ki kaderimiz bu kadarmış.
Yaşar Kaya, akrabalarının katledildiği yerde, katliamı anlatıyor. 28.5.2025, Haniye Dızdu / Pınar köy

Konuş Yaşar, konuş!

Yaşar Kaya anlatmaya başladı. Rudav TV ve Yol TV ekibi çekimler yaptılar. Yaşar’ın yanı başındayım. Kalbini sesini bile duyuyorum:

“Arkadaşlar, 20 Ağustos 1938 tarihinde burada, işte bu derenin dibinde benim ailemden ve köylülerimizden oluşan 70 kadar insanı katletmişler. Makinalıyı işte şuraya kurmuşlar.

Dedem komutanları ile tercüman aracılığı ile konuşarak, “bedeli neyse ödeyeyim bizi öldürmesinler,” diyor. Komutan: “Gitsin getirsin,” diyor. Altınları ve parayı aldıktan sonra ilk olarak onu süngülerle öldürtüyor. Daha sonra elleri bağlanmış insanları katlediyorlar.

Bugün buraya Almanya Bochum Ruhr Üniversitesi’nden profesörler, öğrenciler, yazarlar, gazetecilerle ve Dersim Tarih ve Kültür Merkezi Yöneticileri birlikte geldik.

1960 ortalarında babam kendi imkanlarıyla burada kazı yaptırtarak, katledilen insanların kemiklerini topladı. Bazı kadınların saçları daha duruyormuş. Bu kemikleri, saçları yukarıda biraz sonra göreceğimiz köy mezarlığında topluca toprağa verdi.”

Yaşar Kaya’dan sonra Hüseyin Aydın ve Ahmet Canpolat duygu ve düşüncelerini meydana getirdi.

Konuşmalar bittikten sonra ben Kemal Yalçın olarak Yaşar Kaya’ya hitaben yazdığım şiiri okudum:

YÜREĞİMİ SENİNLE PAYLAŞIYORUM

              Dersimli Kardeşim Yaşar Kaya’ya…-

Bugün yüreğimden vurdun beni Yaşar Hoca

Amcan Hasan Kaya’nın anlattıkları yüreğimi ağlattı!

Diğerleri de yüreğimi kanatmıştı.

Fakat seni tanıdığım için,

Senin acılarını kendi acılarım bildiğim için

Amcanın anlattıkları beni daha da derinden vurdu.

 

Ben seni uzun boylu Dersimli kardeşim olarak bilirdim.

Ben Dersimlileri bildiğimi sanırdım.

Ben Dersim türkülerini söylerdim.

Dersimlilerinin hatıralarını okudukça,

Dersimlilerin akan göz yaşlarını gördükçe

Dersim’i, Dersimlileri, seni bilmediğimi anladım.

 

Ben yüreğimi seninle paylaşıyorum şimdi Yaşar Hoca!

Dersim’i göz göre göre kırmışlar,

Öfkem suskunluğumadır.

Türkülere sığmaz Dersim’in çığlığı.

Kitaplara sığmaz Dersim’in yaşadıkları.

Munzur bile yeşertemez kuruyan ocakları,

Munzur bile söndüremez içimdeki isyan ateşini.

 

Dersim’in acılarını, senin acılarını anladıkça

Dersim’i, seni, Dersimlileri daha çok seviyorum.

Dersim’i anladıkça dünyam değişiyor.

Dersim’i anladıkça hayata yeniden bakıyorum.

Dersim’in, Dersimlilerin, senin acıların

Benim de acılarımdır.

Seninle birlikte güler benim yüreğim.

 

Dere Meyitu’daki anmadan sonra hep birlikte köy mezarlığına geldik. 1938’de katledilen insanların kemiklerinin bulunduğu toplu mezarın başında çerağ yaktık. Dualar yaptık.

Yaşar Kaya’nın babası vasiyeti üzerine vefat ettikten sonra toplu mezarın hemen alt tarafında toprağa verilmiş.

Anma etkinliklerinden sonra Yaşar Kaya misafirlere bir hayır yemeği verdi. Yemek sırasında Müslüm Kaya ile konuştum.

“2015 yılında ailelere sorarak 1938’de Dere Meyitu’da katledilmiş olan insanlardan 48’inin isimlerini tespit edebildik,” dedi.

29 Mayıs 2025, Pülümür

Bugünkü program çok yoğun. Pülümür’de ve çevre köylerde inceleme ve gözlem yapacağız. Sabah saat tam 8.00’de tam kadro olarak dolmuşa bindik ve hareket ettik.

Tunceli-Pülümür karayolu, Güney Doğu Anadolu’yu, Karadeniz’e bağlayan ana yollardan biri. Pülümür nehrinin kenarından geçiyor. Tunceli ile Pülümür arasında 21 tane çığdan koruyucu tünel yapılmış. Yol bazen kayaların dibinden geçiyor. Dağlar, kayalar dik ve sarp. Her yer yemyeşil. Dağların başı karlı.

Sabah kahvaltımızı Zağge’de, Zağge Restorantta, su ve kuş sesleri arasında yaptık.

Kahvaltıdan sonra Pülümür’e doğru hareket ettik. Kutu Deresi denilen mekâna geldik. Dolmuştan indik. Ahmet Canpolat ve Hüseyin Aydın burada Almanca olarak 1938’de meydana gelen kırımı anlattılar.

Ahmet Canpolat, “Şu an bulunduğumuz yerde, 1938 yılı ağustos ayında 5000 kadar Alevi burada öldürüldü ve üst üste yığılarak yakıldı. Bu olayı bizzat içinde asker olarak bulunan Mehmet Ali Çavuş anlattı,” dedi.

Mehmet Ali Çavuş ile yapılan mülakatın düzeltmesini yapmıştım.

Düzeltme yaparken anlattıkları çok dikkatimi çekmişti.

Fakat Kutu Deresi neredir? Nasıldır? Bu dere nereye, hangi nehre akar? Bu nehrin büyüklüğü nedir? Kutu Deresi’nin doğal yapısı, etraftaki dağlar, ormanlar nasıldır? Hiç görememiştim.

O an Kutu Deresi toprağına basıyordum.

O an Kutu Deresi’nde katledilen insanların çığlıkları kulaklarımda çınlamaya başladı.

Ve o an Mehmet Ali Çavuş canlandı, geldi, konuşmaya başladı:

Kulaklarımda Mehmet Ali Çavuş’un sesi çınlıyor

Hey dünya, hey insanlar beni duyuyor musunuz?

Sizlere gördüklerimi ve yaptıklarımı aynen anlatıyorum.

Ben Mehmet Ali Çiftçi,

Anam babam Alevi idi.

Ben de Aleviyim.

Askerde çavuştum.

İslami takvime göre 1330 senesinde Erzurum ilinin, 

Şenkaya ilçesinin Kürkçü köyünde doğdum.

1336’da asker oldum. Yeni takvime göre 1937’de.

1938 senesinde Dersim’in üstüne gittik.

 

Bize dediler ki, “yürüyüşe gidiyoruz.”

Ta Bingöl’e kadar hiç bize bir şey demediler.

“Yürüyüşe gidiyoruz”, dediler.

Bingöl’e geldik,

Bingöl’den öte, zaten o yanı aştın mı Dersim’e varıyorsun.

Sabah kalktık bizi içtima ettiler.

Birinci bölüğün yüzbaşısı ortaya çıktı, bağırarak sordu:

“Arkadaşlar biliyor musunuz biz nereye gidiyoruz?”

Kendisi cevap verdi:

“İçimizde bir çıban var,

O çıbanı paylamaya gidiyoruz.

Onlar da bütün Kızılbaş’tır biliyor musunuz?”

 

Ben Mehmet Ali Çavuş, yaptıklarımızı aynen anlatıyorum.

Duysun dünya:

Köylere çıkıyorduk, ellerinde yazılar, listeler:

“Falan oğlu, filan oğlu filan, ıslah olmamış,

Tüfeğini teslim etmemiş, devlete teslim olmamış.”

37 kişi topladık, 37 kişi.

Önümüze kattık Kutu Deresi diyorlar, büyük bir dere.

O Kutu Deresi’ne de gitmiş makineli tüfekler yerleşmiş orada,

mevzide bekliyorlar.

Bunları Kutu Deresi’ne götürdük içeriye ittik,

bizi geriye aldılar.

Ateş emri verdiler.

“Ali, Ali, Ali, Hızır, Hızır, Hızır, Ali, Ali, Ali.”

37 kişi bir salavat çekti ki, dağ taş inledi.

Ondan sonra onları şey ettiler, bizi geri aldılar.

Bizi geri aldılar, geldik.

 

Geldik bölüğe.

Nereye gidiyorsan adam yığını,

Bütün cesetleri ateşe vermişler, yanıyor.

Yer yer insanlara ateş vermişler, yanıyor.

 

Makinalıyla biçiyor

Sonra ölen var mı, öldürülmüşler mi, sağ kalan var mı diye bakıyor,

Kontrol ediyorlardı.

Yaşlılar vardı,

 yaşlı kadınlar vardı,

çoluk çocuk var.

Mağaralara gitmiş,

korkularından gidip mağaralara dolmuşlar

Çıkarıyorlardı onları mağaradan

önlerine katıyor, getiriyorlardı,

dipçiklerle o kadınlara vuruyorlardı.

Ağlaşıyorlardı, çığrışıyorlardı.

“Ali, Ali, Ali, Hızır, Hızır, Hızır, Ali, Ali, Ali.”

Askerler küfrediyorlardı,

“Vay mezhebini s….yim,

Bunlar Ali’ye tapıyorlar, Hızır’a tapıyorlar”, deyip

Dipçiklerle yanaşıp vuruyorlardı, kadınlara kızlara.

Ben Mehmet Ali Çavuş,

Bende yalan yok.

Yukarda Allah var

Bazıları diyor ki, “Dersim’de kıyım olmadı.”

Bazıları diyor ki, “Dersim’de kıyım olmadı”, diyor,

“biz insan öldürmedik”, diyor.

Hohoho adam öldürmemişler mi?

Kutu Deresi’nden gitsin sorsunlar,

Kutu Deresinden.

Gitsin ifadeyi Kutu Deresi’nden alsınlar kaç tane cendeg var orada.

Kutu Deresi’nden gidip ifade alsınlar.

Heyyyy. Yakıyor, bu sefer ateş verip yakıyorlardı,

Yol boyu öldürdüklerini.

Yav kaç tarafa gittim,

Git bak orada ateş, altı adam, üstünde ateşe vermişler,

Altında da adam yanıyor.

Gözlerimle, bu gözlerimle görüyorum.

Ellerimizde atlar, atlarla geziyorduk böyle.

İşin hakikisi neyse onu söyleyeceksin, onu konuşacaksın.

Yukarıda bak Allah var.

Ne gördüysen, ne işittiysen onu söyleyeceksin.

Ben gördüklerimi söylüyorum, işittiklerimi söylüyorum,

Başka bir şey söylemiyorum ben.

İnkâr edenler,

Gitsinler ifadeyi Kutu Deresi’nden alsınlar

İnsanlar susarsa,

İnsanlar inkâr ederlerse

Kutu Deresi’nin dağı ormanı

Kutu Deresi’nin suyu, rüzgârı,

Kutu Deresi’nin taşı toprağı, ağaçları

Anlatır gerçekleri

 

Dilim tutuldu, konuşamıyorum

İnsan ne diyeceğini bilemiyor. Dilim tutuldu! Bastığım toprağa bakamıyorum. Sanki yanan insanların küllerine basıyormuşum gibi bir utanç duydum!

5000 kadar Alevi’nin yakıldığı yerde şimdi bir lokanta var. Halbuki burada bir soykırım anıtı, bir Tertele anıtı dikilmeliydi.

Hüseyin Aydın içinden geçen düşünceleri dile getiriyor.

“Sivas’ta 1993 yılında Madımak Oteli’nde 35 canımızı yaktılar. Madımak Oteli’nin girişine bir lokanta açtılar. Alevi canların yakıldığı yerde açılan bir lokantada   Müslümanlar gelip kebap yediler, yemek yediler. Bu biz Alevileri çok yaralamıştı.  Ama burada 5000 kadar Alevinin yakıldığı yerde, Aleviler bir lokanta açtılar ve halen bu lokanta işliyor. Bu nasıl olur? Bu durum biz Alevilere Madımak Oteli’ndeki lokantadan daha fazla acı veriyor,” dedi.

O acıyı yüreğimin ta dibinde hissettim.

 

Pülümür Belediye Başkanı Müslüm Tosun makamında konuşurken, 29.5.2025, Pülümür

P

Pülümür Belediyesi’ni ziyaret

Program önceden Pülümür Belediye Başkanı Sayın Müslüm Tosun’a bildirilmişti. Müslüm Tosun bizleri makamında kabul etti.

Belediye binasına girişte önce Bülent Ecevit’in şiiri sonra Cemal Süreyya’nın şiiri bizleri karşıladı.

Cemal Süreyya:

Özgürlüğün geldiği gün

O gün ölmek yasak!

diyor.

Pülümür sokaklarında

Müslüm Tosun çay ikramında bulundu ve Pülümür hakkında açıklamalarda bulundu. Türkçeden Almancaya çeviriyi Hüseyin Aydın yaptı.

“Sevgili Arkadaşlar öncelikle Pülümür’e hoş geldiniz. Hepinizi saygı ve sevgilerimle selamlıyorum. Sizlere Pülümür ilçemiz hakkında bilgiler vermek istiyorum. Pülümür Belediyesi bölgenin en eski belediyesidir. 1910 yılında kurulmuştur. Su kaynakları çoktur. Güney Anadolu’yu Karadeniz’e bağlayan ana yol Pülümür’den geçer.  Bu nedenle ilçemiz 1980’li yıllara kadar ticari ve sosyal hayatı zengin bir ilçe idi. O zamanlar ilçe nüfusu 28.000 kadardı.  1980 sonrasında meydana gelen siyasi olaylar ve çatışmalar nedeniyle ilçe halkı Pülümür’ü terk etti. 1990’larda ilçe nüfusu 1500’e kadar düştü. 2003 yılından sonra geri dönüşler başladı. Günümüzde ise nüfus 4000 dolayındadır. Pülümür’de iş yok, istihdam yok. Genç nüfus Pülümür’ü terk etti ve terk etmeye devam ediyor. İlçemizde doğum oranı binde bir dolayındadır. Lisemizde sadece 24 öğrenci ve 12 öğretmen vardır. Düşünün bir kere bazı sınıflarda 2, bazı sınıflarda 4 öğrenci vardır.

 

Pülümür Belediye Başkanı Müslüm Tosun ile birlikte.

Soru: Pülümür’de 1938’in etkisi nedir?

Sorunuz için teşekkür ederim. Anlatayım. Ben 1938 yılında Konya – Ereğli’ye sürgün edilmiş bir ailenin evladıyım. Annem babam o zamanlar 7-8 yaşlarındaymış. Çok acılar çekmişler. Fakat annem ve babam çocuklar korkmasınlar, kinlenmesinler diye düşünerek başlarına gelenleri hiç anlatmadılar.

Sol hareketler gelişince 1938 gündeme geldi.  Kesinlikle intikam peşinde değiliz. Bir daha böyle olaylar yaşanmasın, geçmişin büyük acıları unutulmasın diye 1938’i canlı tutmaya çalışıyoruz. Yürütmekte olduğunuz Dersim 1937- 1938 Sözlü Tarih Projesi, geçmişin unutulmaması, 1938 gerçeklerinin gençlere aktarılması için çok önemlidir. Şimdi hep birlikte Cemal Süreyya Anıtı’nı, Cemal Süreyya Kültür Merkezi’ni birlikte gezelim.

Cemal Süreyya Anıtı

Cemal Süreyya yere oturmuş, sağ dirseğini anıtın şiirinin bulunduğu mermere yaslamış ve sağ eliyle başını tutmuş, her gelene bu şiiri okuyor:

Bir kamyona doldurdular

Tüfekli iki erin nezaretinde

Sonra o iki erle yük vagonuna doldurdular

Günlerce yolculuktan sonra bir köye attılar

Tarih öncesi köpekler havlıyordu

Aklımdan hiç çıkmaz o yolculuk, o havlamalar, polisler

Duyarlığım biraz da o çocukluk izlenimleriyle besleniyor belki

Annem sürgünde öldü, babam sürgünde öldü.

 

1938 tertelesini anlatan en güzel şiir bence bu.

Vay Cemal Süreyya vay! Ben senin Üvercinka adlı şiirini sevmiştim. Artık Cemal Süreyya denilince senin tertele şiirini hatırlayacağım.

Vay Cemal Süreyya vay! Ben senin Pülümür’de doğduğunu, 1938’in acılarını yaşamış bir Alevi ailenin çocuğu olduğunu hiç bilmiyordum. Utandım duyarsızlığımdan. Affet benim duyarsızlığımı Cemal Süreyya!

Sonra hep birlikte yürüyerek Pülümür Lisesi’ne gittik.

Sokaklarda Cemal Süreyya’nın şiirleri ve resimleri vardı.

Pülümür Lisesi olarak kullanılmakta olan büyük ve modern bina Almanya Posta Şirketi Başkanı Sayın Werner Scheller’in katkılarıyla inşa edilmiş. Binanın girişinde şu kitabe bulunmaktadır:

Almanya Deutsche Post AG. Başkanı Sayın Werner Scheller ve Sayın Genel Müdür Özkan Öztürk’ün katkılarıyla. 23.08.2008

Pülümür Belediye Başkanı Müslüm Tosun, Pülümür Lisesi olarak kullanılan Pülümür Kültür Merkezi’nin öyküsünü anlattı.

1970’li yıllarda Münih Belediye Başkanı Christian Ude bu bölgeye av için gelmiş. Bu avlanma vesilesiyle buradaki köylülerle dostluklar kurmuş. Bu dostluk bugüne kadar devam etmiş. Böyle bir kültür merkezi Almanya’da yaşayan Pülümürlülerin katkısı ile yapılınca Christian Ude’de büyük bir destek vermiş.

Bu bina önceleri bir kültür merkezi, daha sonra deprem tedbirleri çerçevesinde okullar yıkılınca ilk, orta ve lise olarak hizmet vermiş. Son yıllarda ise 24 öğrencili bir lise olarak kullanılmaktadır.

 

Pülümür Sokağında Cemal Süreyya iki şiiri ile merhaba diyor.

Cemal Süreyya Kültür ve Bellek Evi

Pülümür sokaklarını Belediye Başkanı Sayın Müslüm Tosun’un rehberliğinde gezdik, gördük, fotoğrafladık.

Cemal Süreyya Parkına geldik. Müslüm Tosun anlatmaya başladı:

“Burada 1938 yılında 17 insan katledilmiştir. Kemiklerini bu park yapılırken bulduk. Bu park, insanların katledildiği yer, bir süre düğün salonu olarak kullanılmış. Sonra bu durumun ne kadar acı verdiği konuştuk, anlattık. Artık düğün salonu başka bir yere alındı. Burayı da Cemal Süreyya Parkı haline getirdik. Bu bina “Cemal Süreyya Kültür ve Bellek Evi”dir.

Cemal Süreyya Kültür ve Bellek Evi, güzel düzenlenmiş bir Cemal Süreyya ve 1938 Tertelesi müzesi.

1938’de kim nereye sürgün edilmiş? Sürgünde kaç yıl yaşamış? Fotoğraflarla belgelenmiş. Bu müzeyi herkes görmeli.

Cemal Süreyya ile son kez göz göze geldik.

Bana şu şiiri sessizce okudu:

 

ÜSTÜ KALSIN

Ölüyorum tanrım

Bu da oldu işte.

 

Her ölüm erken ölümdür

Biliyorum tanrım.

 

Ama, ayrıca, aldığın bu hayat

Fena değildir

 

Üstü kalsın…

 

Hoşça Cemal Süreyya kardeşim, hoşça kal!

Cemal Süreyya Kültür ve Bellek Evi Önünde Pülümür Belediye Başkanı Müslüm Tosun ile birlikte 29.5.2025
Kemal Yalçın Aşkerek Oteli önünde, 29.5.2025

Kavuklu- Harşiye köyünü ziyaret

Pülümür’den sonra Belediye Başkanı Müslüm Tosun ile birlikte Pülümür’e bağlı Kavuklu- Harşiye adlı köye geldik. Köylüler bizi sevgi ve saygıyla karşıladılar.

Bütün köy hazırlık yapmış bizi bekliyordu, misafirperver ve içten insanlardı. Muhtarlık binası salonunda hazırladıkları yerel yemeklerini bize ikram ettiler. Muhtar Ali Öztek güzel bir selamlama konuşması yaptı. “Ziyaretinizle bize, köyümüze şeref verdiniz,” dedi.

Alman arkadaşlar da memnuniyetlerini dile getirdiler.

Çevrede doğa harika! Her yer yemyeşil. Dağların başı karlı.

Müslüm Tosun ile baş başa biraz konuştuk.

1980’de Pülümür ve köylerinde 28.000 insan yaşarken 1990 sonrasında Pülümür’e bağlı 60 köy boşaltılmış ve nüfusu 1700 kişiye kadar gerilemiş. 2000 sonrası geri dönüşler başlamış, henüz 49 köyde hayat canlanmış. Geri dönenlerin çoğu yurtdışından, Almanya’dan gelmişler. Betonarme halk arasında “Almancı evi” olarak adlandırılan evler yapmışlar. Fakat boşalan köylerde hayat artık eskisi gibi canlı değilmiş.

Aşkirek- Kocatepe köyü başka bir köy

Askirek köyü hiç boşaltılmamış bir köy. Çünkü bu köyde karakol varmış. Operasyon merkeziymiş. Köyüler, daha doğrusu köyde kalan yaşlılar köyü terk etmemişler.

Köy kahvesinde oturduk. Köylülerle sohbet ettik. Muhtar bilgi verdi. Köyde yazları 80 hane kadar insan kalıyormuş. Kışları ise 30 hane oluyormuş. Bu köyde genç nüfus kalmamış. Yaşlı bir köylü “Köyümüzde sekiz yıldan beri tek bir doğum olmadı. Gençler köyümüzü terk edip gittiler. Biz ölürsek köyde kimse kalmayacak,” diyerek üzüntüsünü dile getirdi.

Yaşar Kaya anlattı. Haribo fabrikasının sahibi 70’li yıllarda burada ayı avına geliyor ve köylülerle dostluklar kuruyor. Daha sonra fabrikasında çalışmak üzere bazı köylüleri Almanya’ya Bonn’a götürüyor, Haribo Fabrikası’nda iş veriyor.  Haribo’da işe başlayan Askirekli işçiler de daha sonra kardeşini, akrabasını istek yaparak Almanya’ya, Bonn’a getirmişler. Bu nedenle Bonn bölgesinde çok sayıda Askirekli yaşıyor.

Askireg Hotel

Askireg köyünden bir genç Berlin’e çalışmaya gitmiş. Orada zengin olmuş. Berlin’de 150 yataklı büyük bir hostel sahibi olmuş. Bir ahtı varmış. “Zengin olursam köyüme modern bir otel yapacağım,” demiş. Varlıklı bir insan olduktan sonra ahtını yerine getirmiş. Askireg köyüne 24 odalı, beş yıldızlı, modern turistik bir otel yapmış. Otelin inşaatı altı yıl sürmüş. Dört milyon Euroluk bir yatırım yapmış

Askireg Hotel derin bir vadinin bağrına yapılmış. Karşıda başı karlı dağlar var. Otelde yenip içilen her şeyi otel kendisi üretiyormuş. Otelin otlakları, inekleri, hayvanları var. Buralarda Askireg köylüleri çalışıyormuş.

Köyüne memleketine bağlı, vefalı ne insanlar var bu dünyada?

İnceleme gezimiz sadece gezip görmekle geçmedi. Aynı zamanda Tunceli’deki bilim insanlarından da bilgiler aldık.

Munzur Üniversitesi doktorantlarından Sibel Taş, doktora çalışmasını Desim’den Almanya’ya işçi göçü ve bu göçün Dersim’e etkileri konu üzerine yapmış. Askireg Hotel’in ön terasında grubumuza çok anlamlı bir sunum yaptı.

Almanya’ya göçü çok yönlü olarak anlatı. Sibel Taş’ya çok teşekkür ederim.

30 Mayıs 2025, Tunceli’de son gün

İnceleme gezimizin son gününde herkes kendi merak ettiği yerleri gidip gördü. Ben Tunceli Müzesi’ni tekrar ziyaret ettim.

Saat 17.00’de Seyit Rıza Heykeli’nin önünde buluştuk ve bir hatıra fotoğrafı çekildik. Sonra Zembul Kadın Kooperatifi adlı lokantaya gittik. Gezimizin genel değerlendirmesini yaptık.

Herkes sıradan kendi izlenimlerini anlattı.

Tunceli’de son gün, Seyit Rıza’nın heykeli önünde. 30.5.2025, Tunceli

Ben de bu geziye katılmakla çok iyi bir iş yaptığımı, bu gezide yeni dostlar edindiğimi, özel bilgiler ve izlenimler edinerek zenginleştiğimi dile getirdim.

Bu gezi benim Dersim hakkındaki görüşlerimi zenginleştirdi.

Bu gezi 1937-1938 Dersim Tertelesi ve Dersim hakkında yazdıklarımı yeniden düşünmemi sağladı.

Bu geziye beni Yaşar Kaya davet etmişti. Yaşar Kaya’ya çok teşekkür ederim.

Ayrıca bu geziyi düzenlemiş olan Dersim Tarih ve Kültür Merkezi’ne, Başkanı Ahmet Canpolat ve Hüseyin Aydın’a saygı, sevgi ve teşekkürlerimi sunuyorum.

Ben bu geziye doyamadım. Böyle bir Dersim gezisi düzenlenirse tekrar katılmak isterim.

Bochum, 26 Haziran 2025, Kemal Yalçın